space

space
                                                     
                                                        GELİNİM OLUR MUSUN?



                                                               *Teşekkür ederim...*
Merhaba.

Dün hele şükür bana fotoğraf makinesi almayı başardık. Hele şükür, çünkü babam iki yıldır öbür aya erteliyordu. Alınca bi' şaşırdım, bi' garip oldum.

Kampanyalı bi' olaylar dönmüş. Yanında 75-300 mm lens uyguna gelmiş. Onu da aldık. Yeni kesilmiş karpuz gibi gülümseyerek eve geldim ve kutuyu açtım. Sonra lensi kurcaladım.

FAKAT BİZE LENS DEĞİL BAZUKA VERMİŞLER AQ BU NE.



Hadi ben yeni bazukamla oynuyorum aeo.
çok şeyi çok rahat yazabilmek isterdim. ama yazabileceğimi zannetmiyorum.
sadece zamanla bir şeyler geçmiyor. sadece içimde binlerce şarkıya rağmen, bir sezen aksu şarkısı kalıyor.
sonra kendimi üzgünüm, çok üzgünüm, dargın değilim. derken buluveriyorum.

sertab erener - dargın değilim.

hayatımı devam ettiremeyecek derecede dargınım.

Ortak yanlar:
1-Muz
2-Maymun.
Uyandığımdan beri internet sayesinde tanıma fırsatı bulduğum insanların tumblr hesaplarına baktım. Herkes değişmiş, herkes güzelleşmiş ama yaşlanmış.
Sonra bi ara tumblr açacaktım çünkü zamanında tumblr'da popüler olmamıştım ve bu ağrıma gitti. Tam hesap oluşturacakken dedim yoo. Burda iyiyim. Burda mal gibi konuşuyorum, adam gibi konuştuğum zaman da üç beş kişi içleniyor. Alıştığım düzen a a a akkkaaaarr.

Ağustosun geçmesi ve eylülün gelmesi lazım. Overdose tumblrdan öleceğim için demiyorum bunu, çünkü eylül benim için hep çok beğendiğim ama içini dolduramadığım güzel ajandanın bir hevesle doldurulmuş ilk sayfası gibi. Beğendiğim ajandaların bir hevesle ilk sayfasını doldurmak>

Koca temmuz boyunca tek yaptığım şey Philadelphia-Seinfeld-Friends izlemek ve duş almadan önce eyeliner çekme pratiği yapmak oldu. Netice olarak kusursuz eyeliner çekiyorum ve ağustosa ulaştım.

Ne yapalım. Allah bereket falan versin.
Yaklaşık 20 gündür falan üç beş insanın olduğu yerlere megafonla girip YEMİN EDİYORUM BIKTIM HEPİNİZDEN AQ İNSANLARI diye bağırarak, sonra sırtıma bağladığım roketle Uranüs'e gitmeyi falan planlıyorum. 
Çünkü kendim başta olmak üzere, dünya üzerindeki bütün insanlardan bıktım. Yirmi yaşında yeniden ergenliğin ilk seviyesinden mi başladım aq. Bilmiyorum. 

Haziran ayının başlarında kalp kırıklığının da verdiği bir hevesle yepyeni, kültürün ağzına sıçıp biraz para kazanacağım bir hayat planlamıştım ve çok kararlıydım. Sonra sadece bir kitap okudum -sonra altı tane kitaba başladım-, ilk ay biraz para kazandım, sonra film falan izledim. Nedense hep deneysel film izleyip, izlerken HAY SENİN DERDİNİ DENEYSELLİĞİNİ  SİKEYİM AQ diye isyan edip akşam gmail grubuna "Hmmm evet gerçekten hakkında konuşmamız gereken bir film. Jarmusch abiye gönderme de var hmmm." muhabbetlerine girdim. 

Sonra metrobüs şoförü amcayla kavga ettiğim için kafamı cama dayayıp ağladım. Çünkü İstanbul bu ülke sınırları içinde yaşamak istediğim yerlerin başındaydı -liste zaten iki şehirden oluşuyor aq.- ve metrobüs şoförünün bana böyle davranması, ya da insanların hayvan gibi metrobüse binmeye çalışması falan ağrıma gitti. Metrobüs boşalınca amca sonra benden özür diledi, bu sefer de adam üzüldü boşu boşuna diye ağlaya ağlaya eve gittim. Sonra baya baya bu ülkede yaşamak istemiyorum bari dil geliştireyim de okul bitince siktirip gideyim diye ingilizce roman ve birkaç renkli kalem aldım. Kitabı baş ucuma koyduktan sonra İngiltere'de film akademilerine falan baktım. Bi tanesi inanılmaz daşşaklıydı, yine hayal kurup başka hiçbir şey yapmayarak tavrımı ortaya koydum.

Kitabı alalı üç gün oldu, kapağı açılmadı, onun yerine danalar gibi iki sezon Suits indi. 
Bana da Harvey Specter diyerek ağız suyu akıtmak düştü.

İnanılmaz hayatım var.  
20 yaş, sanki göğsümüzün üstünde öküz beslemek için erken bir yaş.
S.A.
HER ŞEYİ KOMPLE DEĞİŞTİRDİM.

Çünkü artık sıkıldım çocuklar. 2009 yılından beri hiçbir şeyi değiştirmemiş olmak biraz sinirimi bozdu, biraz da Almanya-Brezilya maçından sonra yapacak bir şey bulamadım.

Blogumun başına da hayatımda yaptığım en başarılı photoshop çalışmasını koydum ki ibret alın. Adobe photoshop CS5 akar xDxDDDxD

Artık susmak istiyorum.
Cümleten hayırlı yakşamlar.
Merhaba.

Aileleri boşanan bütün çocuklara Allah sekiz on tane daha sabır versin, ne bileyim, huzur versin.
Çünkü sanırım bütün boşanan aile çocukları iki tarafın sürekli olarak kendilerini, kendi tarafına çekiştirmesinden bıkmıştır.
Vallahi iğrenç aq.

Neyse. Buna nerdeyse dokuz yıldır dayanıyorum, bi elli dokuz yıl daha dayansam yeter. Sonra bye bye miss american pie.

Umarım öldükten sonra bir hayat daha yaşarım çünkü o hayatta astronom olmaya karar verdim. Hatta öbür hayatımda muhteşem gazetecilik bilgilerimi, uzay bilgimle harmanlayıp uzay gazetesi çıkaracağım.

Muazzam hayal.
Bugün bütün baba tarafı yemek yedik. Yemekten sonra sandalyeler masaların etrafında döndü, herkes birbiriyle konuşmaya başladı.

Bir ara yüzümün tiksinme ifadesinden dolayı ağrıdığını hissettim. Hiçbir aile bireyiyle, ev olarak adlandırılan hiçbir yerde mutlu olmamam ne anlama geliyor bilmiyorum.

Belki amına koduğumun özgürlük isteğidir, belki sadece klasik bir ergenlik tribidir.

Sanırım 259 yaşına kadar ergenlikten çıkamayacağım ve sanırım ben artık yarına kadar bile yaşamak istemiyorum.

Tükettiğim gıdaları küçük ve aç çocukların, hayvanların yiyebileceğini, bir kız çocuğu olarak bana verilen okuma imkanlarının benden sonra o küçük kızlar arasında paylaştırılacağını bilseydim, nefret ettiğim evimde benim yerime ve benden sonra, savaşın ortasında kalmış ailelerin ve hayvanların kalacağını bilseydim, insanların ölümünden sonra böyle bir düzenin işleyeceğini bilseydim şu an kendimi yok ederdim.

Ama bu kocaman bir yalan.

Sadece, ölümden sonra başıma gelecek şeylerin ne olduğunu bilseydim, ve o şeyler hoşuma gitseydi burdaki düzen zerre kadar umrumda olmazdı ve mükemmel bir silahla kafama sıkardım.

İşte bunlar beni çok iğrenç bir şey yapıyor.

En güzel yerinde evin.

Eş dostun evinde oturuyoruz. Ev çatı katı, sıcağa rağmen mükemmel rüzgar var içerde, ama biz oturmuşuz öyle. Afedersiniz ama yerlerimiz yarrak gibi. Saçlarımız uçuşmuyor, sırtımızdan mis gibi soğuk ürpertiler geçmiyor.

Ama ne hikmetse sen yine en güzel yerde oturuyorsun, içimizde en güzel saçları olan sensin ve saçların uçuşuyor. 

Niye böyle bilmiyorum.

İçimizde en güzel neden sensin mesela. Neden senden başka hiçkimseyle hiçbir şey yapmak istemeyeceğimi düşünüp duruyorum. Bak, yapamamak değil; yapmak istememek. En azından bir noktaya kadar acizim. 

Evin en güzel noktasında oturuyorsun. evin sana en uzak noktasında oturuyorum. En güzel saçların uçuşuyor, afedersiniz ama en yarrak gibi saçlarım uçuşmuyor. Hatta burası çok sıcak olduğu için keçeleşti. Acaba saçlarımı kestirdim diye buraya geldik? 

Neden içimizde en güzel sensin mesela. En güzel şeylere alışkın olmadığım için mi buraya geldik? Ben en güzel uzun, dalgalı saçları taşıyamam diye mi? Ben en güzel sarılmadan, birbirimizi terletmeden uyumaları sevmedim diye mi? Ben en güzel, en saçma dalga geçmelerde gözlerimi silmek için kaçtım diye mi? 

Neden buraya geldik?

Mesela içimizde, en güzel neden sensin. Ben en olmasa da biraz güzel olamadım diye mi buraya geldik? Ben en olmasa da, biraz güzel saçlara sahip olmadığım için mi buraya geldik? Ben en olmasa da, biraz güzel ve saçma şeylere koca dişlerimle gülemedim diye mi buraya geldik? Ben en güzel sarılmalı uyumayı senden çok farklı anladım diye mi artık ayrı yataklarda terleyerek uyuyoruz. 

Bana niye buraya geldiğimizi söyle. 

Başka bir açıdan yaklaşalım. Sen nasıl bu kadar güzelsin mesela. Kulaklarıma göre kocaman kulakların varken, parmakların çarpıkken, benim omuzlarımdan daha küçük omuzların varken, saçların yıllar sonra dökülecekken, dişlerin benim dişlerimden daha küçük ve çarpıkken; neden sen içimizde en güzelsin mesela. 

Bana neden bu kadar güzel olduğunu söyle. 

Bana en güzel kollarla sarılıyorsun, sana en olmasa da, biraz güzel olan kollarla sarılıyorum. Beni en güzel dudaklarla alnımdan öpüyorsun, sana en olmasa da, güzel dudaklarla yetişmeye çalışıyorum. Parmaklarımın üstüne çıkınca yanaklarına anca varıyorum. Bana dünyanın en güzel sesleriyle bir şeyler söylüyorsun, ben en olmasa da, biraz güzel seslerle ne yapıp ne edip seni sinir ediyorum. 

Sonra buraya geliyoruz. 

Neden en güzel olduğunu anlayamadığım ve neden burda olduğumuza hala cevap vermediğin bu noktada, bekliyoruz. Sarılıyoruz ama ikimiz de en değiliz. Öpüşmelerimiz en değil. Yanaklarını öpmek için sarf ettiğim çaba "eeh"lik. Seslerimiz normal. Normal bile değil aslında, o enli günlerimize göre baya uzakta kalmış. 

Ama bunlara rağmen hala en güzel olan sensin ve ben buna dayanamıyorum. En güzel rüzgarlar yine senin saçlarında, senin sırtında. En güzel sesler yine senin sesinde gizli. Saçlarının her dalgası burdaki herkesten daha güzel. 
Sen eskisi gibi güzelsin. Ben eskisinden daha kötü bir halde, saçlarımda rüzgarlar olmadan, odanın sana olan en uzak noktasından seni izliyorum. 

Eş dostun evinde oturuyoruz. Ev çatı katı, sıcağa rağmen mükemmel rüzgar var içerde, ama biz oturmuşuz öyle. Afedersiniz ama yerlerimiz yarrak gibi. Saçlarımız uçuşmuyor, sırtımızdan mis gibi soğuk ürpertiler geçmiyor.

Ama ne hikmetse sen yine en güzel yerde oturuyorsun, içimizde en güzel saçları olan sensin ve saçların uçuşuyor. 

En güzel içimizde, sensin mesela.

Son günlerde hayatım "ıııh".
Her zaman hayatım "TÖVBE YARABBİM."
Çünkü;


acı çekmenin ekmeğini yiyip iki üç cümle yazıp gitmek istemiyorum ama amına koduğumun acısını da çektiğim için yazmak zorundayım. bunu buraya yazmak istiyorum çünkü iki üç insan bunu okuyor. şu an sanırım tek istediğim birinin yüzüme mal mal bakmadan ya da beni avutmaya çalışmadan dinlemesi.
çünkü yüzüme mal mal bakılması ve teselli cümlelerinin kurulması amına koymak istediğim bir başka durum.

altı ay boyunca her gün zamanın istediğim zamanlarda durmasını istedim ve amına koduğumun zamanı yine en iğrenç yerde durdu. ve birden kendimi yanımda gitmek zorunda olduğu için ağlayan bir adamla bıraktı.

severken gitmek zorunda kalmak eminim kötü bir şeydir ama hayatım boyunca baya baya severken kalan insan olduğum için canım biraz sıkkın.

burda kaldım. elimde de bir aysel gürel şarkısı kaldı. aysel gürel dünyanın en muhteşem kadınıydı çünkü sen ağlama gibi bir şarkıyı yazıp gitti amına koduğumun karısı.

herkesin gitmesinden bıktım.
Bir hafta önce bir şeyler yaşadım ve o bir şeyler o kafayla o kadar güzeldi ki, bu kafayla hala güzel geliyor.

Phaselis için düzenlenen konserlerde ağaçların arasına perde kurmuştuk ve perdeyi sabitlemek için çok zengin bir sitenin, çok değerli bahçe taşlarını sökmüştük. O esnada ben bütün zenginlerden yine nefret etmiş ve bütün parayı eline geçirdikten sonra imha edecek bir tarikata dahil olabileceğimi söylemiştim.
Çünkü paradan nefret ediyorum ama amına koduğumun parasına ihtiyacım var.
Sonra filmi gösteremedik. Halbuki film Ekümenopolis'ti ve baya güzeldi. Ama gösteremedik. Sonra sitenin çok değerli bahçe taşlarını falezlerden denize attık.
Sonra elimizde bir perde, bir projeksiyon cihazı ile eve gittik. Giderken şarap aldık. Sonra kanepelere yatıp içtik.
Sürekli içtik.
Sonra birimiz projeksiyonu tavana yansıttı.
The Doors dinledik.
İçtik.
Öyle bir kafada kaldık ki, sabah kendimizi gece oturduğumuz yerlerde uyurken bulduk.
Kim nerde, nasıl, neyle yatacak kavgası yoktu. O gece ilk defa, ağzımızdan tek bir gereksiz cümle çıkmamıştı. Hiçbir gereksiz şeyi düşünmemiştik.
The Doors dinledik.
Sonra Ray Manzarek olmadan The Doors'un hiçbir boka yaramayacağını söyledim.
Sonra uyudum.
Sabah kafamın altına yastık niyetine iki tane kitap koyduğumu fark ettim.
Evden gittim.
Sanırım 15 yaşında evde oturuyordum. Devrim Hoca falan vardı. 

Devrim Hoca iyi bir insan, kedisi falan var. 

Çok fazla şey okuduğum zamanlardı, bir şeyler okuyabilmek adına en çok o zamanları özlüyorum zaten. 

Çok fazla okuyordum. Okudukça, hafifleşiyordum. Devrim Hoca bana sürekli inanılmaz güzel kitaplar veriyordu. Öğle aralarında kedilere yemek topladıktan sonra hep Devrim Hoca'yı darlıyordum. 

Lan diyordum, okudukça hafifleşiyorum. Mükemmel his. 

Adam beni haftalarca dinledi. Bir gün, okudukça hafifleşmezsin dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Günlerce düşündüm. Neden ağır değilim falan dedim. Bir iki hafta sonra Devrim Hoca elinde bir kitapla geldi. Kitap Tutunamayanlar'dı. 

Çok zordu. Çok zor ama çok güzeldi. Ama bıraktım kitabı. Çünkü noktalama işaretlerinin olmadığı o böl
ümü okudum. Sonra kapattım kitabı, yok dedim. 

Yok, olamaz. 

Daha ilerisi olamaz. 

Selim'i en maskeleri düşmüş yerinde bırakıp hayatıma devam ettim. Aslında edemedim. Bir süre gezdim ortalıkta. Sonra gittim Tehlikeli Oyunlar'ı aldım. 

Hikmet. HİKMET.

Ben çıldıracaktım. Dünyada en fazla canımı yakan şey Hikmet'ti. Dünyada en anlayamadığım ve en çok anladığım insan Hikmet'ti. Dünyada ağzına tüm kuvvetimle iki tane çakmak istediğim insan Hikmet'ti. 

Bir hafta sonra yanaklarım çökmeye başladı. 

Devrim Hoca bir gün kitabı elimde gördü ve dedi ki; Büşra, hiçbir zaman unutma. Tutunamayanlar'ı herkes okuyabilir belki, ama Tehlikeli Oyunlar çok başka bir şey. 

Sonra Tehlikeli Oyunlar'ı bir köşeye bıraktım. Çünkü Hikmet ölüyordu. Hikmet okuduğum her kelimede ölüyordu ve ben onu öldüremezdim.

Her kelimede Sevgi yoruluyordu, Sevgi'yi öldüremezdim. 

Bıraktım. 

Günlerce Korkuyu Beklerken'i okudum, okudum ve dünyanın en ağır uykularına daldım.

***

Dört yıl geçti. Yurt odasında bir gün, hiç aydınlanamayan odada otururken birden aklıma Hikmet geldi. 

Hiç aydınlanamayan bir oda,aklıma Hikmet'ten başka kimseyi getiremezdi. 

Birden aldım kitabı elime, manyak gibi okumaya başladım. 

Hikmet ölmeden son defa Hikmet'in canlı hallerini aklıma kazımak istiyordum. 

Sevgi yorulmadan, son defa yeşil elbisesiyle gelsin, sandalyeye otursun istiyordum. Düz sesiyle "Ben geldim." desin istiyordum. 

Okudum. 

Bir gün Hikmet düştü. Albay tutamadı, ben tutamadım. 

Kitabı kapattım. Ağladım. Sanırım ömrümde hiçbir şeye bu kadar çok ağlamamıştım. 

Bir yıl geçti. Hala hiçbir şeye bu kadar çok ağlamadım, hala hiçbir şey okuyamıyorum. 

Hikmet, en çok seni özlüyorum Hikmet. 
Bilgisayar için paint, İphone için photopad uygulaması; dünyanın en eğlenceli iki şeyi.

Çünkü 1:


Çünkü 2:


Safa'nın olmadığı bir dünya bana yaramıyor. Safa seni çok özledim :(
Burayı on altı yaşındayken açtım ve on dört gün sonra yirmi yaşına giriyorum. Dört yıldır bu bloga dair yazı yazmak dışında hiçbir şey yapmamış olmam bana biraz salak hissettiriyor. Yani, dört yıl geçmiş aq. İnsan bi iki renk değiştirir. Neden bilmiyorum, ama insan bunu yapar yani. Bilmiyorum. Aslında bunun hakkında konuşmak için buraya gelmedim.
Buraya geldim Denizli'ye geleli dört gün oldu ve dört gündür evden çıkmadım. Evden çıkma olayını bir kenara koyalım, oturduğum/yattığım kanepeden başka bir kanepeye bile geçmedim. Bazen uyanıkken yastığa sızan salyamı bile konrtol edemedim. Arada hareketsizliğimden dolayı ağladım. -Arada birkaç şey için daha ağladım.- Aynı şeyleri bi' on beş gün önce İstanbul'da annemin evinde de yaşamıştım. Ama o zaman daha az ağlıyor ve yastığa sızan salyamı kontrol edebiliyordum.
İstanbul'da özlemek dışında bir şey yapmadım. Ne zamandır kitap okuyamıyordum. Gitmeden iki gün önce önüme bütün Barış Bıçakçı kitaplarını yığdım. Sonra bir parkta oturmuş güneşe karşı son sayfaları okurken, birden kitaba sarılıverdim. Uzun zamandır kimseye sarılmamış gibi hissettim. Yaklaşık on beş dakika sonra sekiz günlük bir aradan sonra Safa'ya sarıldığımda da, sanki daha önce -bir kitap dışında- kimseye sarılmamışım gibi hissettim. Sarılmak gerçekten çok güzel bir şey.
Bunları yazarken hala kanepemi terk etmedim. Bugün için dışarı çıkmama bahanem hem çok rüzgar, hem biraz da güneş var. Böyle soytarılıkları sevmem. Demin CHP'den koca koca amcalar teyzeler evi bastı. Hepsine papaz gibi saçlarımla güzel selamlar verdim. Sanırım saçlarımı Beatlecut kestireceğim. Çünkü George Harrison muhteşem bir adam. Bilmiyorum.
Daha önce bu kadar yolunda olurken, bu kadar mutsuz olmamıştım.

Kısa film günlerini şey edip gidicem.

Merhaba tavşan kardeşler.
2013 eylülünden itibaren hayatımda muhteşem şeyler oluyor. Akdeniz Üniversitesi Sinema Kulübü de bunlardan bir tanesi. Dünyanın en muhteşem sinema kulübünün, dördüncü çok muhteşem kısa film günleri falan var. Üniversitelerinizden güzel kısa filmler bekliyoruz. Güzel kısa filminiz yoksa, sizi bekliyoruz. Gelin, atölyelerde, panellerde, söyleşilerde buluşalım. LAN OLMADI AKŞAMINA KESİK MİNAREYE GİDER ŞARAP FALAN İÇERİZ.

Afişsiz şey edemem diyenler için;

Bir tane afişle şey edemem diyenler için de;


Son başvuru 21 şubat.
Hadi aeo.