space

space

Eylül olanından bir akşam nasıl işime yarardı.

Gittiğimiz yer çimenlerle kaplı. -İyi ki ceplerimden birinde italyan şarkıları yok.- Hava karanlık. Kare masalardan birinde oturuyoruz, ve tepemizde yuvarlak lambalar var. Yuvarlak lambaların etrafında sinekler, sineklerin yanında kanatları. 

Hava temmuz ayına göre soğuk. Hırka yaza hazır değil. Ama ben hırkaya hazırım. Hırkanın kolları dar, benim kollarımsa sabırsız. -Çünkü kollarıma sarılan olmuyor.- Kollarım hırkayı özlüyor; ama hırka yaza hazır değil. Ve benim hırkaya hazır olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor.

Dedeler torunlarına sahip çıkıyor. Ben de özenip, bir şeylere sahip çıkmaya çalışıyorum. Hemen kelimelere yapışıyorum. Ancak benim kelimelere değil; kelimelerin bana sahip çıktığını anladığım an çok boktan oluyor. Sigara içmek istiyorum, ama sigara bana ve hırkanın üstüne sinmeye hazır değil. 

Salıncağa binmek ve sallanmak istiyorum, lakin çocuklar benden hızlılar. Benden hızlı olmayan şey mi var diyorum. Ben bunları düşünürken kelimeler çoktan ağzımdan çıkmış, ışıkları geçmiş, sağa dönmüş ve mezarlıktan geçmiş. Ben de ışıkları geçmek istiyorum. Ama, hayat. Her zaman istediklerimiz olmuyor.

Tüm üşengeçliğime ve hareketsizliğime rağmen sakin olmak istiyorum. Belki yanında biraz da huzur verirler. Hep beleş geçinen bir insan olarak; bu istediğim bence çok mantıklı. Oysa mantıklı başlığı altında yaptığım -yapamadığım- işler ortada. Bi' siktir çeksem, benden hızlı davranıp eve gider. Bunu da biliyorum. Ya da biliyor muyum. Neyse. 

Sadece, bazen bir eylül akşamı'na ihtiyaç duyuyorum. Bütün eylül akşamları Bülent Ortaçgil'in değil.

Haydar oturmayı severdi-1

Günlerce aynı saatte, aynı duvara bakıp ağlamaya başlamama bir dur demek istedim. Bunun tek yolu da, dünyaya yeni bir şeyler kazandırmaktı. İşte bu, benim ilk hikaye denememdir. Belki devam da ederdir; 



SİGARA İÇİLMEZ- CEZASI 69 TL yazısının altında bir polis sigara yakmış, gece gece karakola yağan şikayetlerden sadece bir kaç yüz tanesini dinleyip, arayanlara yardım etmeye çalışıyordu. Şikayetlerin bazıları, çılgın pijama partilerinin gülü olan doğruluk-cesaretlilik oyununun cesaretliliğiydi. Polis bu aramalarda genellikle telefonu özenle kapadıktan sonra, büyük bir özensizlikle ağız dolusu küfrünü edip, sigarasını içmeye devam ediyordu. "Köpeğimi kaybettim!" temalı aramalarda da topu, sevmediği arkadaşlarına atıyordu. Maksat, karakol olarak kafayı yesinlerdi.
 Yeni bir dalı yakarken telefon yine çaldı. Telefonu açtı, ama ağzını açamadı. Çünkü telefonun ucundaki adam "AKLIMI KAÇIRDILAR! FİDYE OLARAK ZAMANIMI İSTERLERSE NE BOK YİYECEĞİM!" diyerek bağırdı. Sonra ağlamaya başladı. Polis, telefonu kapattı. Sigarasından kocaman bir nefes çekip, "vay amınakoyim." dedi. Sonra kocaman bir kahkaha atıp, elinde kahvesiyle odaya giren arkadaşına, olayı anlatmaya başladı.

***

 Haydar oturduğu yerden kalkmayan, sıkıntılı bir çocuktu. Annesinin karnında tam dokuz ay yirmi sekiz gün beklemişti. Beklemekten sıkılan babası, ve hamileliği boyunca sadece karpuz aşeren annesi, evin iki kişilik koltuğunda; büyük bir sabırla oğullarını bekliyordu. Ta ki bir pazar gününe kadar.
 Haydar'ın babası sıcak bir temmuz ayında "bu geçmişini siktiğimin çocuğu bugün de doğmayacak." dedi ve dükkanına gitti. Annesi ise, eşi çıktıktan sonra "PİS KELTOŞ." diye bağırdı. Yaklaşık üç saat sonra ise "AAAAH."
 
 Doğum kolay gerçekleşti. Haydar, üç kilo üç yüz gram doğdu. Bembeyaz tenli, ve bir bebeğe göre uzun boylu. Babası, doğumdan sonra eşinin yatağının ucunda oturup, sevecenlikle karısına ve oğluna baktı. Sonra karısına dedi ki, "Babamın adını vermeyelim; ama adı Haydar olsun. Hem belki büyüyünce meyhane sahibi olur; habire haydari yapar. KEHKEH."
 Kadın kafasını, bebeğinin karnına gömdü. Sessizce "senin geçmişini sikeyim Necati." demekle yetindi. Sonra kendi kendine gülümsedi. Necati, karısının, yaptığı espriye güldüğünü sandı. Bebeğinin topuğuna ufak bir tokat atıp, "Değil mi lan Haydari?" dedi.

***

 Necati'ye babasından; iğrenç espri kabiliyeti, berber dükkanı ve mesleği kalmıştı. O daha küçücükken, arko tıraş kreminin resmindeki adamı babasına gösterir; "baba büyüyünce bundan olacağım!" diye ciyaklardı. Babası ise "TIRAŞ MI OLDUN LAN SEN BAŞIMIZA" der, çocuğunu kovalardı. Necati, ne yapacağını bilememekten ağlardı.
 Necati, hiç bıyıklarını buramazdı. Çünkü bıyıklarını bulamazdı. Bunu kendine dert eden babası, hergün oğlunu dükkanındaki koltuklardan birine oturtup tıraş etmeye başladı. Dükkanın önünden geçen herkes, "Sabri, n'apıyorsun Sabri!" derdi. Sabri arkalarından "ALIŞSIN DİYE YAPIYORUM" derdi. "BELKİ HOŞLARINA GİDER."

Necati'nin annesi, çok güzel işkembe çorbası yapardı. Babası, her fırsatta karısını bunun için sevdiğini dile getirirdi. Ve işkembe çorbası için yeminini bozduğunu. Zira ilkokul yıllarında Sabri Bey,  bütün sınıf arkadaşları önünde, adı Muazzez olan bir kadınla evlenmeyeceğine yemin etmiş, yeminini bozduğu takdirde sınıftaki herkese gazoz ısmarlayacağına da söz vermişti.

 Yıllar sonra bütün sınıf Sabri'nin düğününde buluşmuş, gazoz içip, çeyrek altın takmıştı.

***

Haydar'ın, babasının aksine çok fazla saçı çıktı. Bunu gururuna yediremeyen babası, yıllarca oğlunun saçlarını hep mantar biçiminde kesti. Karısı oğlunun görüntüsüne her itiraz ettiğinde, verdiği cevap aynıydı: "Çocuk mütevazi olmayı öğrensin."

Haydar ilkokula başladığında çok heyecanlıydı. Heyecanın bütün sebebi de, sınıfta oturacağı sıraydı. Annesi onu en ortaya, ve en öne oturtturup gitmişti. Etrafına baktığında bütün çocukların ağladığını görüp anlam verememişti. Sonuçta herkes oturacak yerini bulmuştu, bu insanların; babasının deyişine göre bu topaç kafaların derdi neydi? Belki ağlamamasının nedeni etraftaki topaç kafaların aksine, kendisinin bir mantar kafa olmasıydı.

Öğretmen okulun ilk haftasında çocuklara olmak istedikleri bitkiyi sormuştu. Haydar cevap verememişti; çünkü bütün sınıf ona "HOCAM O OLSA OLSA MANTAR OLUR EHEHEHEHE"  demişti. Haydar ağlamamıştı, ama gözleri dolmuştu. Çünkü Haydar ağlarsa, tuvalete gitmek zorunda kalırdı. Tuvalete gitmek, yerinden kalkmak; yerinden kalkmak, onun için ölmek demekti.

Mantar kafalılık Haydar'a dert oldu. Babasına günlerce bir daha kafasını böyle kesmemesi için yalvardı. Babası her seferinde Haydar'ı kovaladı. Haydar günlerce annesinin kucağında ağladı. Annesi, günlerce "Senin geçmişini sikeyim Necati" dedi.
Necati'nin geniş güvenlik önlemleri alması gerekti. Mahalledeki bütün berberlere, Haydar'ı her türlü aşırı isteğe rağmen tıraş etmemeleri için rüşvet verdi. Gazoz da ısmarlamayı eksik etmedi. Haydar kendini, bu zalimce yazılmış kaderden kurtaramadı.

Lisede Haydar; mantar kafalılıktan, yarrak kafalılığa geçiş yaptı. Haydar ağlamadı. Ama gözleri doldu. Yerinden kalksa; kıyamet kopardı.

Normal sabahlar.

Bugün pikesiz uyandım. Pike ayaklarıma sarılmış, adeta bir düğüm oluşturmuştu. Dün geceden açık bıraktığım pencere salak salak sesler çıkarıyordu. Çok ıslak yastığımın diğer yüzünü çevirirken, acaba bu pencereden dün gece kaç tane böcek girmiştir diye düşündüm. Acaba kaç tanesini yutmuşumdur. Bunlar fena sorular.

Bu normal bir sabah değildi. Bu olsa olsa normal olamayan sikko bir sabah olurdu. Böyle olmasını istemedim. Hemen, ayaklarımdaki düğümü çözüp, pikeyi üstüme örttüm. Şeker kızlar gibi ellerimi birleştirip, kafamın altına tıktım. Bacaklarımı hafif kırdım. Sonra hafifçe doğrulup, küçük bir esneme merasimiyle dedim ki “kim bilir bütün gece bu pencereden kaç tane rüzgar geçmiştir.”

Sonra dedim, böyle normal ve sikko bir sabah olamaz. Pikeyi tepip, kalktım. Bi’ We Will Rock You açtım. Sadece demden oluşan bir su bardağı çay içtim.

Savaşın onurlusu, onursuzu olmaz.

@gecelerrr ;)


Annemin KOCAMAN kitaplığından ayrılıp, kendi kitaplığımı oluşturmaya başladım. 
*Mutluluk gözyaşları* 
-Ayrıca kadınım, ben kamplarda sürünürken, sen Ortaköy'lerde sürtüyordun. Yine de beni düşünerek aldığın Beatles taşına teşekkür ederim. Aldığın şeyin adını tam olarak bilmesem de, kadınımsın.-


 
 Minik, bıcırık kitaplığımın hemen altında bu kitapların olması da, beni kederden kedere, adeta bir top gibi attırıyor. 
*"Anne çişim geldi" yüz ifadeli gözyaşları.*

-Sevgili bloggergüllerim. Kampta aldığım accayip realist karar; sinema televizyon okumak. Yönetmen olduktan sonra da hiçbirinizi tanımamak. Yönetmen olmak bunu gerektiriyor çünkü. NEYSE. İşte bu yeni hayat gayem dolayısıyla, bütün LYS matematik kitaplarıma siktiri çekip, geri dönülmez bir yola girdim. Olur da, vay efendim ben fikrimi değiştirirsem; beni sarsın. Yoksa hepinizin topuğuna sıkar, sıkmadan önce de ana avrat düz giderim.- 



Bu can sıkıcı rafın altında ise, şirin kalemler ve İntegral testlerim kadar temiz bir sayfam var. Onun üstünde ise;


Bugün üstüne aseton dökülmüş olan sevgili iPod'um. Zira kendisi, üstüne aseton döküldükten sonra daha iyi çalışmaya başladı. Hem touchı da temizlendi. Hayat. 


En iyisi gidip bir çay koyayım. 
-Ya da ketılımızı kireçlerinden kurtarayım.- 


Ya da çayı siktir et, ışıkları kapatıp uyuyayım. Sonuçta "When the music's over, turn out the lights."

İyi geceler.

Dam dam dam

Uzun zamandır, denize bakan balkonlara, içinde hiçbir şeyi olmayan buzdolaplarına ve her öğün haydari çıkarma kabiliyetine sahip bir otelde; sınavlara hazırlık yapıyorduk. Ve yapıyorduk. 
Dışarıdaki deniz, güneş, kum, vs sikimde değildi. Ama türev, integral, limit, analitik geometri de sikimde değildi. 
Zor anlar yaşamadım değil. 

-Yaşadığım zor anlara, otel lobisinde uyuyakalmak, matematik dersinde uyuyakalmak, geometri dersinde uyuyakalmak ve 50 faktörlük güneş kreminin tamamını yüzüme sürmek de dahil.-

Kamp boyunca bir sayfa bile kitap okuyamamanın acısı da hala içimde. Açıkçası bu saçma faaliyetin bana kazandırdığı üç şey var; limit, türev alma, ve gündüzleri uyuyabilme. 

Bu çok sıfatsız geri dönüş yazısı için hepinizden özür diliyor, ve hepinizi mıncırmak istiyorum. Geri dönüşüm çok muhteşem olmasa da olacak yani. !!!11!!1>!111