space

space

Bazen

Buzdolabının sesine benziyorsun. 

Bazen oturuyorum. Bazen elimde sıcak bir bardak oluyor. Bardağın içinde tamamen demden oluşan çay. Çay sert oluyor, düşünceler de diken gibi. Bazen biri, diğerinin eksisini alıp, götürüyor. Bazen ikisi de eksisiyle üstüme geliyor. Üstümden kaçamıyorum. Üstümde debelenirken, birden buzdolabından bir ses geliyor. Eksilerin, çayın, kafası ve kafam hemen buzdolabına gidiyor. Kafalarımız sonra buzdolabıyla muhabbete giriyor, ve ben çayımı içmeye devam ediyorum.

Ama "Hadi, iç de çay koyayım." diyen bir insanın yokluğu, her zaman yanımda.

Bazen, uyumaya üşenmiyorum. Pijamalarımı üstüme geçirip, yatıyorum. Birazdan bütün gün kaçıp durduğum anılar mimiklerime geçecek, ve geçirecek; bunun da farkındayım. Ayak parmaklarımı sıkacağım, gözlerimi duş suyu kıvamına getireceğim, kafamda bir şeyler çalıp hiç sevmediğim şaraptan içeceğim. Ben bu organize çöküşe hazırlanırken, birden buzdolabının sesini duyuyorum. Sonra uykum geliyor. 

Buzdolabı beni hep kurtarıyor. Annem gibi demek isterdim, ama anneme göre fazla sıcak. Babama göreyse fit. Sana göreyse, en azından beş yıldır yerinde duruyor. 

Buzdolabı falan değilsin. Ama olsan, çay koyabilirdim.

Konuşmam gerekiyor, Kadıköy'de değilim, stop.


Karşımda oturduğunu hayal etmek, biraz zor. Ve biraz da cesaret istiyor. Karşımda otururken konuştuğumu hayal etmemse, zaten. Boşver. Zira kelimeleri ağzımdan çıkarmakta pek usta değilim. Onun yerine kelimeleri yutup, sonra da taşlar yutuyorum. Taşlar kelimeleri parmaklarıma itiyor; ben de yazıyorum. 

İnsanları koşulsuz olarak tek bir dönemde severim. O da, yürümeyi yeni öğrendikleri, fakat konuşamadıkları dönemdir. Popolarının üstüne düşer, ve ufacık bir odada kendilerine kocaman bir dünya yaratırlar. Sonra yavaş yavaş konuşmayı öğrenirler. İnsanlara karşı dürüst olmayı. Ve sorular sormayı. O zaman çocuklardan kaçarım. Konuşmak konusunda iyi değilim demiştim. O zamanlar yazamadığım için de, vasat bir insandım. 

Ama ben de bu dönemden geçtim işte. Ve sanırım seninle tanıştığım zaman bu dönemdeydim. Çünkü yanındayken, pek susmak istemiyordum. Gitmesen, biraz daha kalsan; sana bulutların tam olarak neden oluştuğunu bile sorardım. Gittin, bulutlar içimde kaldı. Bulutlar içimde kalınca haliyle birbirine çarptı. Büyük şimşekler falan çarptı. Ve ben naylon yağmurluğumla, dört duvarın arasında, şimşeklerimden kaçmak için bütün gücümle koştum.

Kaçamadım. Sadece etraf zarar gördü. Bende zarar yoktu, ama ya bana zarar gelseydi diye diye beynimi yedim. Bu nasıl bir his biliyor musun. Acı biber doğrarken dudaklarını kaşıyorsun. Ama dudakların yanmıyor. "Ohh iyi ki gözlerimi kaşımadım." diyorsun, ama bunu derken gözlerini çoktan kaşımışsın. Gözlerin yanıyor. Yine evin içinde koşturuyorsun, fayda etmiyor. 

En çok gözlerimi acıtan neydi biliyor musun? Bir dostu kaybetmek. Ben bir kolu, öpemediğim ve çok sevdiğim bir boynu, tırnakları yenmiş bir çift eli, dünyanın en parlak ve aromalı kahvesiyle dolu bir çift gözünü kaybetmedim. Ben bir dostu kaybettim. Nefes aldığım zaman için bile üzülüyordum. Tanrı sen yanımdayken, bana istediğim bir şeyi gerçekleştireceğini söyleseydi, senin yanında nefes alırken konuşmaya da devam edebilmeyi isterdim. Tanrı sormadı, sen de gittin zaten. 

Halbuki ben sana demek isterdim ki; "Yardımın gerekiyor kadıköy'deyim stop." Kadıköy'de değildim, telefonda konuşmaktan hoşlanmazdım. Ama bunu çok istemiştim anlıyor musun? Bu hala içimde sönmek bilmeyen astronomi ve uzay bilimleri okuma isteği gibiydi. 

Meyve suyumu bitirdim. Ama söylemek istediklerim bitmiyor. Sen git; ben biraz daha tırnaklarımı yemeye çalışıp, gideceğim.

Zenitin gücü adına

Bir sabah uyandığımda, bu kadının dolabında kendimi bulmak istiyorum.

Ve Zenitimin filmi, ömrümün sonuna kadar bitmesin; film biterse de iki saniyede hemen taransın boyansın ve çıksın istiyorum.





Ders çalışmaya çalışmaktan, ve arada çalışmaktan başka bir şey yapamıyorum. Bir ay sonra tekrar liseli olacağım düşüncesini sikip, ve silip atmak istiyorum ama ne mümkün.

Özlemeyeceğim iki şey var; haşlanırken içine su alan kaltak patatesler, ve lise.

Sevgili Larien;

Saat tam olarak altıya on var. Bunu niye belirtmek istediğimi bilmiyorum. Belirtmek istediğim çok daha başka şeyler olduğu için, bu saatte bunları yazıyorum. 

Bundan yıllar önce yazabildiğimin farkında olmayan küçük bir kız olarak etrafta koşuşturuyordum. The Beatles'ı daha yeni keşfetmiştim. En sevdiğim kitap Alice Harikalar Diyarında'ydı. İçimde bir şeyler vardı. Güzel şeylerdi, hissediyordum. Ama dışarı çıkmadıkça bir anlamı yoktu. İçimdeki her şey içimde çürüyor, sonra dışımda gürültü kirliliği yapıyordu. 

Bir mucizeye belki de o zamanlarda ihtiyaç duydum. Ve o mucize de, sendin. O yaz benim gözlerimi pörtleten sendin Zeynep. Ve ben seni resmen ilahlaştırıyordum. Halbuki ikimiz de kumraldık, ikimiz de gayet beyinli olmamıza rağmen beyinsizdik işte. Ama sen. Sen yazıyordun mesela. Ve ben yazdıklarını okudukça sende ne kadar kendimi bulduğumu anlıyordum. Ve insanların sende ne kadar kendini bulduğunu. 

Kolluklarla bile dört hafta boyunca korkudan havuza giremeyecek kadar korkak olan ben, birgün yine senin yazılarını okuduktan sonra kendime bir blog açtım. İçimdeki her şeyi buraya dökmeye başladım. Başta çok biçimsizlerdi, sonra. Sonra sanırım güzel oldular. Bilmiyorum. Hala güzel olduklarına inanmıyorum. 

İnsanların büyüdüğüne hiç inanmazdım. Lakin beni buna inandıran yine sendin Zeynep. Sen değiştin. Senin için bir şeyler yapabilmek için çırpındığım oldu. Bir süre karşılıklı çırpındık. Sanırım hala çırpınıyoruz.Yani sanırım.

Aslında demek istediklerim bunlar değil. Bir mucize istiyorsun. Biraz mucizem olsaydı, ilk işim bir otobüse atlayıp İstanbul'a gelmek, sana sarılmak, sana paket paket Camel almak olurdu. Ama bir mucizem yok. Mucizem yok, ama cebimde bilmeni istediğim şeyler var. İnsanları bilemem; ama sen benim mucizemsin. Bundan o kadar eminim ki. Dünyamın dörtte biri senden oluşuyor. Ve bu benim insanlar olmadan yapamamazlıklığımdan değil, senden dolayı oluşan bir durum. 

Lütfen bu senin için bir mucize olsun. Cidden Zeynep. Bu dünyada The Beatles var, Pink Floyd var, Alice var, Oğuz Atay var, Arctic Monkeys var, İngiliz aksanı var, Zenit var, iPod var, var da var amk. Ama senin olmadığın bir dünyada, kendi etrafımda dönmek istemezdim.

Bunun bir mucize olması dileğiyle.