space

space
Bir hafta önce bir şeyler yaşadım ve o bir şeyler o kafayla o kadar güzeldi ki, bu kafayla hala güzel geliyor.

Phaselis için düzenlenen konserlerde ağaçların arasına perde kurmuştuk ve perdeyi sabitlemek için çok zengin bir sitenin, çok değerli bahçe taşlarını sökmüştük. O esnada ben bütün zenginlerden yine nefret etmiş ve bütün parayı eline geçirdikten sonra imha edecek bir tarikata dahil olabileceğimi söylemiştim.
Çünkü paradan nefret ediyorum ama amına koduğumun parasına ihtiyacım var.
Sonra filmi gösteremedik. Halbuki film Ekümenopolis'ti ve baya güzeldi. Ama gösteremedik. Sonra sitenin çok değerli bahçe taşlarını falezlerden denize attık.
Sonra elimizde bir perde, bir projeksiyon cihazı ile eve gittik. Giderken şarap aldık. Sonra kanepelere yatıp içtik.
Sürekli içtik.
Sonra birimiz projeksiyonu tavana yansıttı.
The Doors dinledik.
İçtik.
Öyle bir kafada kaldık ki, sabah kendimizi gece oturduğumuz yerlerde uyurken bulduk.
Kim nerde, nasıl, neyle yatacak kavgası yoktu. O gece ilk defa, ağzımızdan tek bir gereksiz cümle çıkmamıştı. Hiçbir gereksiz şeyi düşünmemiştik.
The Doors dinledik.
Sonra Ray Manzarek olmadan The Doors'un hiçbir boka yaramayacağını söyledim.
Sonra uyudum.
Sabah kafamın altına yastık niyetine iki tane kitap koyduğumu fark ettim.
Evden gittim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder