space

space

Çağan Irmak'ı hiç sevmem ama;

Yarın şu saatlerde kafam fena halde rahatlamış olacak. Bir şeyler yazasım geliyor ama üşeniyorum. Sizden tek isteğim, İstanbul'a geldiğimde beni çimensiz, denizsiz bırakmayın. Arctic Monkeys'i kaldığım yere falan getirin. Alex Turner'ın aklına girin, saçları biraz daha uzatsın; güllü gömlek giymesin. Temmuz ayında bana kestaneci bulun. Süt mısırı yedirin. Balık tutup sonra denize geri atın. Afiş çalın. Yuvarlanmama izin verin. Kitap koklayabileceğim dükkanların önüne bırakın. Elektrik direklerine sarılmama izin verin. On yedi saat uyursam aldırmayın. Aksan kursuna yollayın. Aksan kursu yoksa açıverin canım, elinize mi yapışır? Bulaşık yıkatmayın, çamaşır yıkatmayın, toz aldırmayın, bim'e uzun bir süre sokmayın. Gibi. Zor bir insan değilim.

OLM BANA ŞANS DİLEYİN LA :((

Başlık yazmaya üşendim deyince -diyince sanki daha kibar- ne diyeceğimi unuttum.

Uzun zaman geçti. Hatta, "I've been holding out so long, I've been sleeping all alone." gibi. Koca koca aylar. Adeta karpuz büyüklüğünde aylar. Her ne kadar yeşil ve çizgili olmasa da, koca koca aylar işte. Hem sabaha karşı içleri de pembe gibi oluyordu. 

Uzun zaman boyunca ne yaptığımı bilmiyorum. Uyku problemlerimi yendim, bedeli daha çok, daha çok uyku oldu. Güneşi özledim. Soğuk bir kış geçirmiştim, ve öylesine hissizdim ki, wintertime love bile fayda etmiyordu. Güneşi özledim, demiştim. Odam güneş alıyordu, ama bulutlar. Bulutların kılıflarını, bu kış yıkamayı unutmuş olmalılar.

Kafamı accayip gereksiz kelimelerin içine soktum. Aylarca matematik çalışmadım. Aslında çalışmıştım, keys to your love'u dinlerken permütasyon falan da diyordum canım, o kadar ölmemiştim. Keşke aynı şarkıyı dinlerken azıcık kelimeleri yaya yaya söylemeyi öğrenseydim. Ama, neyse. Annemin her kavgada söylediği gibi, önümde kocaman bir hayat var. 

Sorularla uğraşmadım. Kendi sorularımla uğraşıyor gibi gözüktüm, sebebi sadece bir bahaneye ihtiyacımın olmasıydı. Bir bahanem vardı, ama bahaneme de bahane buldum. İşin işinden çıkamadım. Zor zamanlar geçirdim. 

Ben ne yaptığımı bilmiyorum çocuklar. En azından saçlarım uzadı.

Bana iyi akşam yürüyüşleri.

FENA SIKILDIM ÇOCUKLAR

  • İyyakşamlar canlarım. Paralel dünyalardaki bütün canlarım toplanıp, bir sıkıldı ki sormayın. Bunda sınava yaklaşık iki hafta kalmasının, aylardan beri çilekeş yazılarla ulannegulduk adının içine sıçmamın, ve annemin beni evde yapayalnız bırakıp sinemaya gitmesinin payı da büyük. 
  •   Geçen süre içinde önemli şeyler yapmadım değil. Mesela, mezuniyet fotoğrafı çekildim çocuklar. Gerçekten sikimsonik bir olaydı;


  • Behzat Ç.'yi bir gece izlemeyi bıraktım ve hala izlemiyorum. Neden böyle oldu bilmiyorum. Sanırım Harun kilo verince soğudum. Harun'un göbeğini geri istiyorum. Kurduğum dört cümlenin sonu da m harfiyle bitti. ALLAHIM ŞANSA BAK :'))

  •  Lan şaka maka anlatacak bir şeyim yok sanırım. Yani aslında var da, anlatasım gelmiyor. Misal okulda yanlışlıkla can sıkıntısından düşmem, sınıf arkadaşlarımın camdan atlaması, arkadaşlarımı müdürün görmesi ve odasına çağırması, sonra müdürün -biraz daha sabredersek cümleyi bitireceğim.- OĞLUM YA DAŞŞAKLARINIZ PATLASAYDI NE OLACAKTI demesi. Ben neden hala liseliyim, anlamıyorum.

    Çocuklar, ben çok sıkılıyorum. Bakın, NOLUR, bana yazın. Kitap önerin, şarkı dinletin, hadi abam kalk film izle deyin. Lan anlatamıyorum. En sevdiğim şarkı bas bas paraları leylaya. KURTARIN BENİ LA.

      Not: En son can sıkıntısından omegle'de takılırken yaklaşık otuz insana mezuniyet fotoğrafımı gösterdim. Yirmi kişilik bir kısım zaten mastürbasyon yapmakla meşguldü, geri kalan allahsız arkadaşlarım -arkadaşlarım?- ise sayfayı yüzüme kapatarak beni boynum bükük bıraktılar. Ama en azından o geceyi Sırplı bir çocukla konuşarak geçirdim. Çocuğun tek anlattığı Trazbonspor'da oynayan arkadaşıydı. Trabzon dedirtmeye çalışırken çocuğun adını yaklaşık dört saat boyunca Pater olarak yazdığımı fark ederek kendimi çelişki havuzlarına atıatıverdim. Canım sağ olsun. 

Bir bahar gününü daha ziyan ederken, yüzüm hiç gülmüyordu çocuklar.

Güneşli, güzel bahar günleri her zaman iyi geçmez.

Mesela, uzun zaman geçmiş. Ben beynimi oyalıyorum. Gözlerin, gözlerimin orijin noktası dışında her yeri görüyor; aldırmıyorum. Birikiyor, diyorum. Güneşli, güzel bahar günlerinden birinde, bir ıhlamur ağacının altında bana anlatacağın şeyler birikiyor. Sırf bunun için diyorum, sırf bunun için bir güneşli, güzel bahar günü ziyan olsun.

Yanında oturan birkaç bin güzel saç teli, sana hiçbir şekilde sevmeyeceğin şarkılar söylerken, uzakta oturuyorum. Gözüme güneş giriyor. Güneşten kaçıyorum. Kızın güzel elleri uzağımda, yakınında. Kızın ellerine güneş vurmuyor, gözlerine güneş vurmuyor. Sen ona bakıyorsun, güneş bana bakıyor. Mezuniyetinde kimsenin dansa kaldırmadığı, sadece kalın gözlükleri olan oğlan çocuğunun dans etmek istediği kız gibiyim. Sen, güneşi nasıl da severdin.

Başını yavaşça omzuna koyuyor, başım yavaşça düşüyor. Şşştt, diyorum, seninle ne konuşmuştuk küçük hanım? Kafam yerine oturuyor, ama kaldıramıyor. Ben malımı bilmez miyim diyorum. -Mal şüphesiz ki her anlamda kullanıldı.- Kafamı yavaşça cama dayıyorum. Gözlerim cama yansıyor. Gözlerimin orijin noktasını görüyorum. Ne yazık, ne kadar zaman geçti; sana anlatacak hiçbir şeyim yok. Bir iç çekiyorum, bir iç çekiştiremiyorum. Ne yapayım, istesem de olmuyor.

İniyorsun. Elinde çanta, güzel kızın çantası. Yüzüne vurmayan güneş kalmıyor. Yüzünde hep aynı ifade. Bakıyorum. Camdan bakıyorum. Birden kendi yansımamı yanında görüyorum. Ne kadar da yakışmıyoruz, ne kadar da anlatacak bir şeylerim yok.

Susuyorum. Gözlerim kapanıyor, dudaklarım time is on my side kusuyor, omzumu okşuyorum.

Başlık

“Turgut’un bilmediği arkadaşları da Selim’e aynı şekilde davranırdı. Selim, Esat’ın arkadaşlarını tanımaz; Esat, Selim’in arkadaşlarını istese de tanıyamaz. Casus gibi, kimseyi kimseye tanıtmaz. Selim’e öyle gelirdi ki bir gün bu insanlar bir araya gelecekler; önce karşılıklı bakışıp susacaklar. Konuşacak söz bulamayacaklar. Sonra Selim’i suçlayacaklar ve dolayısıyla birbirilerini. Bu adamla nasıl arkadaşlık ettin? Bu adamla mı dostluk kurdun? Bahsetmediğin değerli arkadaşın bu muydu? Bu aptala gitmek için mi o gün bize gelmedin? Sonunda birbirilerini hoşgörseler de beni affetmezler, derdi fakir Selim. Sonunda herkes beni suçlayacak bir sebep bulur. Ne istiyorlardı senden Selim? Belki sen çok şey istiyordun onlardan. Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar bir şeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı. Hayır, sen kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı?”