space

space
Keşke Sait Faik yaşasaydı. Bir ege kasabasında yaşasaydık mesela. Mavi, eski bir bisikleti olsaydı. Pazara gitseydi bisikletiyle, ansızın fesleğenlerin arasından çıkıp gelseydi. Bahçenin ortasına bir rakı masası kursaydım. Zeytinyağlı börülceyi çok sevseydi. Çok içseydi, çok yeseydi. Sarhoş olsaydı. Sonra birden konuşmaya başlasaydı. Aklının başından gittiğini, yanaklarının al al olmasından anlasaydım. Sigaralar yaksaydı. Hep konuşsaydı, hep. Sonra rakıyla suyu ayırt edemez olsaydı. Alıp onu yatırsaydım. Sadece ayakkabılarını çıkarıp öylece bıraksaydım. Birden sussaydı. Susup, kıvrılmış dudaklarıyla uyuyakalsaydı. 
Bahçeye çıkıp, bir sigara yaksaydım.

Halil Sezai'yi pıçaklamama gerek kalmamıştı.

Yaklaşık dört gündür tam anlamıyla rezalet bir festivalde cirit atıyordum. Dört gündür rezalet bir festivalde yer almamın sebebi ise, hayatımda ilk defa festival görmüş olmamdı. Sanırım bir de Duman'dı. Ergenlikten çıkmaya çalıştığım şu günlerde, anlamsız aktiviteler içinde bulunmamı herkes hoş karşıladı. 

Duman konserinde sesimi kaybettim. Ve şunu anladım ki, Duman konusunda, bu küçücük şehirde, kapısı çalınması gereken insanlardan biriyim. -Şayet bir insan kapımı bu sebepten dolayı çalacak olursa, yüzüne tükürebilirim. Bilmiyorum.- 

Yani ne bileyim. En sevdiğim şarkıları mesela Senin Marşın'mış. Kaan'ın sırtı çok güzelmiş. Aslında konser boyunca Kaan'ın sırtını düşünerek kendimden geçtim. Her fırsatta arkadaşlarım "BU ADAMLARIN ÇOCUKLARI VAR YA NE KADAR MUHTEŞEM BİR HAYAT :))))" falan dedi. Bu esnada ben hala Kaan'ın sırtını düşünüy-

PEKİ BEN BUNLARI NİYE SİZE ANLATIYORUM? 
Çünkü ergenlikten çıktım arkadaşlar. Anneme verdiğim sözü tutuyor, ve gittiğim Duman konserinden sonra kendime yeni bir yol çiziyorum. 

Bana helal olsun aşk olsun :)))):)

Derin bir nefes aldım

-Hiç sevmediğim bir şarkı eşliğinde.-

üç hafta olmuştu. yirmi yedi gece. kafam rahattı. her gece kafamı masanın üstüne koymam gerekmiyordu. çünkü kafam artık. ne bileyim. kafam artık benimdi. bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. seni gördüğüm günü düşünüyorum bazen. bak mesela, o gün kafam o kadar ağırdı ki. yanımda otobüs vardı. evren bozması vardı. cam kenarındaydım ve beatles hep der; I feel alone. ama beatles yoktu işte orda. orda olsa nasıl sevinirdik. ama işte, yoktu. orda sen vardın. gülerken ağzın sola kayıyordu mesela. ayrıca, ay gibiydin. bir gün balkona çıkmıştım. aya bakarken fark etmiştim ki, ay kafamdan küçüktü. o günden beri ay ve romantizm benim için sikimden aşağı şeylerdi. ama sen. ay gibiydin. ayın yontulmuş hali. kafam sevmeye, kafam bir an olsun kendimden başka birine tutunabilme ihtimaline nasıl tutunmak istemişti öyle. eve gelince çok ağlamıştım ama. kendimden çok utanmıştım. kendimden neden bu kadar kaçmak istiyordum ki? böyle ayaklarımı kıçıma vura vura. hem ben söz vermiştim kendime. üç yaşında verdiğim sözlere de benzemiyordu. serdar ortaç gibi benim gibi olmayacak ;)) da dememiştim. ben sadece delikanlı gibi kendime söz vermiştim işte. ama sanki, sanki sen impalaydın. sanki impalanın önündeki minik kartal sembolüydün. belki onun ince, uzun dikiz aynasıydın. ne yapacağımı bilememekten ölecektim. aylar sonra ilk defa başka bir sebepten dolayı ölecektim. aşk acımdan, diş acımdan, bıkkınlığımdan değil. heyecandan ölecektim. yeni olası hayallerin yeni temelini atmaya çalışırken. bu hissi bilir misin? bir konserve mısır yemek gibidir, yedikten sonra dibindeki suyu içmek. ben, kafam karışıyordu. korkuyordum ama allah kahretsin, nasıl da tatlı bir korkuydu. her şeyi göze aldırtacak bir korku. bekleyecektim. belki de ömrümün sonuna kadar. belki her otobüs kalbime parendalar attıracaktı. ama umrumda değildi. ruh hastasıydım ben belki. kendimi terk ediyordum, kendim nereye diye bağırıyordu, bilmiyorum ama sanırım aşık oldum diye bağırarak koşuyordum. çok uzaklara koşuyordum. sonra zınk diye duruyordum. birden korkudan gözbebeklerim büyüyordu. ya sen benim attığım her adımda tabana zıt diğer yöne gidiyorsan? korkuyordum. ve anlatamazdım ki. bu korku beni evime döndürecekti. bu korku bana bütün anlamların altında ezilen beatles şarkılarımı bana geri verecekti. bütün sokaklara bakmak istiyordum. senin izini bulabilmek için bütün sokaklara bakmak, dokunduğun bütün kedilerin başını okşamak, tekme attığın her küçük çakıl taşından senin adına özür dilemek. senin adına gidip bir şeyler içebilmek. sonra senin adına sarılıp uyumak. uıyumak istemiyordum ki. ben hep uyanık olmak istiyordum. belki otobüsler kaçıracaktım. belki tanrı bana en büyük cezasını otobüsleri ortadan kaldırarak verecekti. ama sen demiştin -demiş miydin?- daha önemli şeyler var. senin adına belki, bak şimdi aklıma geldi, senin adına gereksiz işleri yapmalıydım belki. belki sana zamanımı hediye etmeliydim. hem artık uyumak istemiyordum. güneş doğuyordu. günler nasıl geçiyordu öyle. otobüsler de geçiyordu. korkuyordum, hem de nasıl. ama geçmiyordu. geçmesin diye yalvarıyordum, ve bu sefer işe yarıyordu. aşık oluyordum. korkuyordum. canım artık hiç uyumak istemiyor. 

gerçekten ben bu şarkıyı sevmezdim.

Pirinç and Shout

Belki de bir gece öncesinden çılgın sınav maceramı anlatmalıyım çocuklar. 

*1 gün öncesi*

Kalktım. Banyo yaptım. Kahvaltı yapmadan efendi gibi annemin elini öptüm, "Ana!" dedim, "Hakkını helal edesen!". Annem "Büşra evinsiz evinsiz konuşma, adam gibi sınavına gir." diyerek beni uğurladı. Abimle evden çıktık. Abim yirmi üç yaşındaydı, ama okulu bırakmıştı. O da sınava girecekti. Gibi. 

Babam kapının önünden bizi almaya gelmişti. Arabaya bindiğimizde babam "PAŞAM GELMİŞ :'))" diye bağırdı. Bu hikayedeki paşa elbette ben değildim. Ama olsundu, zaten aşklar hep böyleydi. İlk önce abimin sınava gireceği yere gittik. Bir ilkokuldu. Sıralar öylesine minicik, öylesine maviydi ki. Sonra benim okuluma gittik çocuklar. Meslek lisesinde giriyordum, ve büyük ihtimalle öğrenciler can sıkıntısından sıraları delik deşik etmişti. Zamanında oturduğum sıraya attırmış bile olabilirlerdi. Ama ben, soğuk kanlılığımı korudum. 

Babam bizi eve bıraktı. Eve geldim. Kahvaltı niyetine, Big King yiyerek ergenliğimi konuşturdum. Bu güzel aktivite, evde Çekirge şarkısıyla çılgınlar gibi dans etmemle sonlandı. Sonra babaanneme çıktım. Bu kısımlar benim için gerçekten acı doluydu çocuklar. Zira babaannem benden, "bu" diye bahsetmişti. Abime kahve içmemesi için yalvarırlarken kahvemi yudumlamama kesinlikle laf etmediler. Gibi. BENDEN BU DİYE BAHSETTİLER LA. 

Neyse. Yattım. Dokuz buçukta yatmıştım, ve allahıma kitabıma, DOKUZ BUÇUĞU BEŞ GEÇE ÖKÜZ GİBİ UYUYORDUM ARKADAŞLAR. BU NE BİÇİM SINAV STRESİYDİ BÖYLE?!


*Sınav Günü*

Altı buçukta uyandım. Güneş yatağıma güzel güzel yansıyordu. Karşımda bir Jimmy Morrison ve sigara içen Mia Wallace vardı. Onlarla biraz muhabbet ettim. Yıllar sonra tekrar günlük tutmaya karar verdim ve yaklaşık iki sayfa kadar yazdım. Sabah olmuştu. Abimi dürttüm. Kahvaltı yaptık. Babaannem pirinç verdi.Çikolatamı, suyumu ve pirincimi alıp gittim. 

Sınav yerine geldiğimizde, babam çikolatamı yedi. Suyumdan içtim. Babama pirinç uzattım. "Ye" dedim, "işlerin açılır.". "Yok kızım sağol :'))" dedi. Sınava girdim. Öğrencilere okunmuş çikolata dağıttım. Sınav boyunca sıraya attırdıklarını düşündüm. Garip bir histi. Sınavdan çıktım. Çıkışta herkes "Nasıldı sınav, nasıldı nasıldı?" diye sordu. Sessizce "Alemin tek derdi ben olmuşum, demek ki zamanında iyi koymuşum." dedim. 

Tam o sırada Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band çalıyordu. Ne şanslı piçtim ben öyle.