space

space
Burayı on altı yaşındayken açtım ve on dört gün sonra yirmi yaşına giriyorum. Dört yıldır bu bloga dair yazı yazmak dışında hiçbir şey yapmamış olmam bana biraz salak hissettiriyor. Yani, dört yıl geçmiş aq. İnsan bi iki renk değiştirir. Neden bilmiyorum, ama insan bunu yapar yani. Bilmiyorum. Aslında bunun hakkında konuşmak için buraya gelmedim.
Buraya geldim Denizli'ye geleli dört gün oldu ve dört gündür evden çıkmadım. Evden çıkma olayını bir kenara koyalım, oturduğum/yattığım kanepeden başka bir kanepeye bile geçmedim. Bazen uyanıkken yastığa sızan salyamı bile konrtol edemedim. Arada hareketsizliğimden dolayı ağladım. -Arada birkaç şey için daha ağladım.- Aynı şeyleri bi' on beş gün önce İstanbul'da annemin evinde de yaşamıştım. Ama o zaman daha az ağlıyor ve yastığa sızan salyamı kontrol edebiliyordum.
İstanbul'da özlemek dışında bir şey yapmadım. Ne zamandır kitap okuyamıyordum. Gitmeden iki gün önce önüme bütün Barış Bıçakçı kitaplarını yığdım. Sonra bir parkta oturmuş güneşe karşı son sayfaları okurken, birden kitaba sarılıverdim. Uzun zamandır kimseye sarılmamış gibi hissettim. Yaklaşık on beş dakika sonra sekiz günlük bir aradan sonra Safa'ya sarıldığımda da, sanki daha önce -bir kitap dışında- kimseye sarılmamışım gibi hissettim. Sarılmak gerçekten çok güzel bir şey.
Bunları yazarken hala kanepemi terk etmedim. Bugün için dışarı çıkmama bahanem hem çok rüzgar, hem biraz da güneş var. Böyle soytarılıkları sevmem. Demin CHP'den koca koca amcalar teyzeler evi bastı. Hepsine papaz gibi saçlarımla güzel selamlar verdim. Sanırım saçlarımı Beatlecut kestireceğim. Çünkü George Harrison muhteşem bir adam. Bilmiyorum.
Daha önce bu kadar yolunda olurken, bu kadar mutsuz olmamıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder