space

space

Bu sefer oldu gibi.

Zenit'e açtığım savaşı, bu sefer sanırım kazandım.























Filmleri yakmadığımız daha güneşli günlere.

Hala bütün eylül akşamları Bülent Ortaçgil'in değil.

Aylar sonra kafamı rahatça cama dayamıştım. Evimdeydim. Yerdeki çakıl taşlarına kadar bildiğim, hiç sevmediğim bir şehirde. Sevmiyordum, ama evimdi; sevmiyordum, ama kendimi güvende hissediyordum. Son günlerde kendime hep şunu diyorum, biraz daha fazla güven duygusu için yapmayacağım şey yok. Neyse.

Gidiyoruz. Dünyanın en bilindik yollarından, en bilindik duraklardan geçiyoruz. Bir durak. Sen ordaymışsın gibi yapıyorum. Sen orda olmak zorundasın. Aylar sonra seni tekrar görmek zorundayım. Hayır, aslında değilim. Hayır, aslında böyle şeylere çok anlam yüklememeliyim. Hayır hayır, zaten gideceğim, günler kaldı değil mi.
Ama hayır, ben seni görmek zorundayım. Aylar sonra seni tekrar görmek zorundayım. Parmaklarımın camı delip geçeceğine inanmak zorundayım. Parmaklarımın senin parmaklarına dokunacağına inanarak uyumak zorundayım. Hayır, hayır çünkü ben seni çok seviyorum. Bu geçecek bir şey değil. Çok güzel şeyler içince, çok güzel arkadaşlarla konuşunca, çok güzel şarkılar dinleyip sokaklarda koşturunca geçecek bir şey değil. Geçecek şeyler benim başıma gelmez ki. Gelecek şeyler de benim başıma gelmez. Ben beklerim. Israrla beklerim. Sabırla beklerim. Yani, sen de bekledin. Yani beklemişsindir. Bekledin değil mi? Hiç bilmiyorum.

Aylar geçiyor. Anneler geçiyor. Babalar geçiyor. Güzel şehirler, güzel sohbetler geçiyor. Güzel çaylar acıyor. Güzel güneşler batıyor. Güzel karlar eriyor. Güzel ağaçlar yolda su gibi akıp gidiyor. Bu dünyada gözümü kaplayan her şey bir hareket halinde. Her şey. HER. ŞEY.

Ama sen, gitmiyorsun.
Geçmiyorsun.
Akmıyorsun.
Acımıyorsun.
Düşmüyorsun.
Kanamıyorsun.
Kalkmıyorsun.
Gelmiyorsun.

Sen duruyorsun. Baktığım her yolun sonunda sen, duruyorsun. Ben, koşuyorum, koşuyorum. Koşuyorum. Varamıyorum. Sonra sakince geri dönüyorum. Bir durakta bekliyorum. Artık şehirlerin, evimin, güven duygusunun bir önemi yok. Bir otobüse biniyorum. Kafamı cama dayıyorum. Gözümden dökülen yaşlar, başka bir dünyada, karanfillerimizi suluyor.

Sen, bir eylül akşamında, yaprak çıtırtılarıyla, yürüyorsun.

pilli bebek - eylül akşamı

bol fotoğraflı / bol İstanbullu / bol anılı

Merhaba çok güzel, çok sevgili din kardeşlerim.
YAZIYA ERKEK OLSAM HAKİKİ CENABET OLURDUM DİYEREK BAŞLAYACAĞIM. Çünkü eminim hiçbiriniz iki gün içerisinde yurttan atılıp, hazır yurttan atılmışken eve çıkayım derken babanıza yakalanıp, apar topar ülkeyi boylamasına aşıp, baya bir para bayılıp, yurda kabul edilip, yine boylamasına bir yolculuk yaparak evinize dönmediniz.
Ben, sevgili çakalınız, sevgili Büşranız; bunların hepsini yaptım. Ama şu an size anlatmak istediğim şeyler çok başka.

(Ayrıca bütün fotoğraflarda ortaya çıkan şişko yüzüm için hepinizden özür diliyorum...)

Mesela;


Çok sevgili lise bebeleriyle buluşmak. 


Nur'un efsane tavşan yüz ifadesi. 


Fotoğraf makinesinin Bağdat Caddesinde kendinden geçmesi.


Sahilde sigara-kahve yapıp adeta sümük dondurmak. 


Nur'dan Beatles tişörtü araklamak. -Bu fotoğraftan sonra biraz Beatles sıçıyoruz.-


BEATLES CÜZDANI BULMAK. 


Plaklı delirme 1.


Plaklı delirme 2.


EVLATLARIM. 



Galata'ya giderken iki duble rakının hayalini kurmak.
-Kalbim kuledibinde kaldı.-


Bu fotoğraf hakkında konuşmak istemiyorum...


ASIL BU FOTOĞRAF HAKKINDA KONUŞMAK İSTEMİYORUM, ama arkadaşlar HEM YİRMİ LİRAYDI, HEM ÇOK SICAK TUTUYOR. :(


Gülhane Parkı dünyanın en güzel yerlerinden birisi bebeler. Kıymetini bilin. 
-Lise yıllarını düşünüp sigara içmek için çok güzel bir yer lan.-

Netice olarak İstanbul benden büyüktü, ve güzel hava anlayışınızın amına koyayım. Antalya'da hava güzel dediğimiz zaman şortla falan çıkıyoruz :DDDdddDDdd

Hoşçakalın!