space

space

Yunivörsiti beni baştan yoruyorsun.

Merhaba abilerim ablalarım. Bu elimde görmüş olduğunuz derdim, lakin elimde bir şey yok. 

ODAMIN KAPISINA TERCİH LİSTESİ SİKİLİR TABELASI ASACAĞIM. 
Çünkü çok sinirliyim. Çünkü kararsız ruh halimi sikmek istiyorum. Çünkü bu sabah, "Ktü mü yazsam la. Hem ben yeşillik severim :))" dedim. Bir saniyede kafamdan geçen şeyler beni yoruyor. -Ankara mı yazsamkolej'deevtutarımKızılay'a yürürüm falanamaİstanbulyaİstanbul'agidersemkızlarlamodadaeveçıkarımamaizmiremigitsemOF.- gibi. İçim çok sıkkın. 
Yazacak bir şeyim yok. Dua edin bebeler, dua edin de Ankara'ya falan takılmadan İstanbul'a gelelim, Galata'ya gidip iki duble rakı içelim. 

Hoş çakalın. 

Satie yine ciğerlerimi tıkıyordu.

anlamsız bir şeylerden bahsetmek istiyorum. sonuçların açıklandığı gün annemin ağlaya ağlaya "büşra, lütfen eşyalarını topla ve abinle yanıma gel." demesinden. kocaman sırt çantama bütün kitaplarımı tıkmamdan. hiç beklemediğim sonucuma sevinemeden hakkı'nın sinirden/üzüntüden dolayı dolmuş gözleriyle karşılaşmamdan. yolda hiçbir şey demeden yürümemizden. babamın arayıp, "senin o abin hiçbir şey olamaz, sonun başlangıcında o!" demesinden. sanki sen bir şey olabildin mi diyemememden. "ben ona güveniyorum." dediğim zaman ufacık bir aşağılama sesi duymamdan. sinirden parmaklarımın titremesinden, ama hakkı daha fazla üzülmesin diye bir şey belli etmemeye çalışmamdan. annemin gözyaşlarından. babamın defalarca hakkı'nın üstüne yürümesinden. benden zaten bütün ümitlerin kesilmiş olmasından. annemin sevgi gözyaşlarından. annemin nefret gözyaşlarından. annemin mucize isteme gözyaşlarından. hakkı'nın elimdengeleniyapmıştımoysa göz dolmalarından. hissizliğimden. aslında düşündüğümde, bugüne kadar hep üç kişilik bir aile olmuşluğumuzdan. babam bizi neden bu kadar kırmışlığından. bir gün gerçekten bir teşekkür konuşması yapmam gerekirse, o konuşmanın içinde bir baba olmayacak olması beni üzmeyecek miden. keşke bir babam olmasaydıdan. keşke çok uzaklara koşabilsemden. keşke kırdığı her kalp için babamı kendi içimde öldürebilsemden. 

keşke tüm bunlar olurken, evde bir sigara içebilsemden.
"Gerçekten kötüyüm albayım. Üstelik kötü oyunlar yazıyorum. ALBAY (Başını öne eğer.): Facia! (Daha iyisi olabilirdi albayım.) BİLGE: Seni anlıyorum Hikmet, diyebilirdi. HİKMET: Seni seviyorum Bilge, diyebilseydi."

ulan ne güldürememişim ya

Merhaba. Geçenlerde gayet gereksiz bir iş yaparak blogumu baştan sona okudum. Bir yerden sonra da içimin karardığını fark ettim. Sonra blogun ismine baktım, ulannegulduk. Yani. Bu yaptığım ayıp lan. Bir allağan kulu da uyarmıyor. Neyse. 

Bu postumda hayatımın garip kesitlerine yer vereceğim.

Mesela annem fotoğraf makinesini bana hediye etti. 


Mesela yıllar önce Heygirl'den çıkan bandanamı buldum.


Mesela gecelerimi, Dean Winchester kapımı tel tokayla açıp gelsin diye uyumayarak geçirdim.


Mesela abim anneme, "anne çektiklerini göstersene" derken annem; "SİZ BENİM NELER ÇEKTİĞİMİ NERDEN BİLECEKSİNİZ!11!1!!" diyerek odasına kapandı, yarım saat sonra gülmesi hala geçmemiş bir şekilde odaya geri döndü. 

Mesela parmağımdaki siyah ojeleri kitapçıda hamamböceği sanıp, EEEEE BURDA BÖCEK VAR EEEEEE diyerek ellerimi savurdum. -Sonra görevliler gelmeden jetime atlayıp uzaklaştım.-

Mesela abimin doğumgünü için 2 saat paintte şöyle bir şey yapmaya çalıştım.

-ve abim "hoff bunu sen yapmamışsındır gibi bir tepki verdi...-

Bu esnalarda İstanbul'a gittim. Galata'ya gitmek için yola çıktım. Ebesinin amı kadar yokuş indikten sonra Galata'nın gözlerinin içine baka baka, ŞU KODUĞUMUN KULESİ NERDE YA! gibi bir tepki verdim. -Hepsi fazla yokuş inmektendi çocuklar. Fazla yokuş çıksaydım sanırım, NERDE BU KODUĞUMUN İSTANBUL'U diye bir tepki verecektim. 

İstanbul'dan İzmir'e geçerken hava bulutluydu. Feribotta sigara içerken en yakın arkadaşımı, "Bak burası karadeniz o yüzden su böyle civa gibi" diye kekledim. Bilmiyorum. 

Neyse bebeler. Acayip sıcak yazımı böyle geçiriyor, acayip salak yazımı böyle bitiriyorum. Burdan evrene de mesaj göndermek istiyorum: NERDE BU KODUĞUMUN ÇAKMAĞI!!1!

yani.

nereden başlayacağımı bilemeyerek yazıyorum. yazdıkça parmaklarım gevşemiyor. yazdıkça gelmiyor, durmuyor, geçmiyor. yazdıkça istediğim şey dışında, her şey geçiyor. zamanın geçmesini isterken bir bakıyorum elinin üstündeki iğrenç yanık geçivermiş. kulağımdaki yara geçsin isterken bir bakıyorsum ayağının altından bir wizard king geçmiş. -ama içimden geçememiş.- çoğu zaman insanlar hayattan net olarak istediğim şeyleri saçma bulurlar. halbuki hayattan istediklerim gayet nettir. ne kadar sevsem de all my loving'ten uzak olan her yer, yağmurlu günlerde bir adet araba ve riders on the storm, her tarafından acı fışkıran aşk hayatımdan ziyade hayatımın o bölümlerini saklamasını istediğim bir norah jones şarkısı. bir daha hiç kimseyi sevmeyeceğim diye hıçkıra hıçkıra ağlayalı haftalar oldu. ah kulağım! diyeceğime ah kalbim! diyeli günler, ne varsa aşkta yok diyeli saatler. ama bu kimin umrunda. en azından benim niye umrumda. sırtımda yine bir çanta var. yine gidebilirim. keşke çılgın bir bilim adamı olsaydım. tiftik tiftik saçlarım olsaydı. ve zamandan kaçma makinem. dünyayı ele geçirip, avucuma sığdıramasaydım. dünyayı, ve hayvanları insanların elinden kurtarsaydım. çok büyük ayaklarım olsaydı ya da, bütün insanların kıçına kocaman bir tekme atıp hepsini uzaya yollasaydım. uzay çöpleri insanlara saldırsaydı. bütün insanlar gittikten sonra bir baksaydım ki arkamda bir pelerin. uçsaydım. plütona gitseydim. küçücük bir dünyam olsaydı. sevecek kimsem olmasaydı. sevecek kimsem olmasaydı. kimsem olmasaydı.
aradan uzun zaman geçmiş. en son hatırladığımda sabahın dördünde havaalanına gidiyordum. etrafım çok kalabalıktı ve sırtımda yükler vardı. -bu sefer psikolojik de değildi üstelik.- hep hayalimdeki gibi. kaçıyordum, ve bir allahın kulu da nereye demiyordu. hem ilk defa uçağa biniyordum. cam kenarında değildim ama olsundu, en azından yol kenarında değildim.
küçükken istanbul'da yaşamıştık yaklaşık iki yıl kadar. ama ben yine hatırlamıyordum. yıllar sonra tekrar istanbul'a geldiğimde, defolup gitmek istemiştim. her yer binaydı. -ama her yer.- gerçekten sıkılıyordum ki bir eve geldik. uyudum. bunu seviyordum. hem istediğim zaman ağaç da bulabilirdim. yine kaçıyordum, ve bir allahın kulu da nereye demiyordu.
sonra çıktık dışarı. nedense ilk adım attığım yeri çok sevdim. anneme nişantaşı'nı çok sevdim dedim. şaşırdı. düşünecek pek vaktim yoktu ama neden nişantaşını çok sevdiğimi düşünecek çok vaktim oldu. bir cevap bulamadım. zaten o esnada her şey tekrar hızlı akıvermişti ve ben kendimi yine yatağımda bulmuştum.
birkaç gün böyle geçti. sürekli erken kalkıyor, hep bir şeylere yetişmeye çalışıyorduk. ben sürekli yokuşlara, ve sigara içmenin yasak olduğu deniz otobüslerine küfür ediyordum. gördüğüm her kitapçıdan paramı döke döke çıkıyor ve hep uyumak istiyordum. biraz da tanrıyla konuşmak. ama etraf çok kalabalık oluyordu. ve ben içimden konuşmayı pek sevemiyordum. içimde konuşunca yankı yapıyordu.
gerçekten yorulduğumu hissettiğim bir gün istanbul'dan gittik. ankara'dan giderken çok ağlardım, ama istanbul'dan giderken nişantaşı'nı düşündüm. ister istemez gülümsedim. -hala bir cevabım yok.- zaman yine çok hızlı akıyordu. hem bu sefer cam kenarında/yol kenarındaydım.
bir süre sonra bir eve geldik. ev, denizden sadece on beş adım uzaktaydı. bu sefer iki kaçış yolum vardı. uyku ve deniz. deniz dalgalıydı, yataklar da küçüktü. ama ben yaşayıp gidiyordum işte. arada beynime uyarılar gönderiyordum. beynim uyarılmayacak gibi olduğu zaman hemen kendimi denize atıp, içe itiyordum. çok derinlere. sonra yavaşça ayaklarımı sudan dışarı çıkarıyordum. nedense bu çok hoşuma gidiyordu. sonra denizin içinde üşüyüp birden sıçrıyordum. eve gelince de kulaklarımdaki suyu çıkarmak için sıçrıyordum. bir süre hep böyle sıçrayarak geçti, ve ben artık yalnızlığımı özlemeye başlamıştım. 
birkaç gün yine böyle geçti. bir gece yarısı evime varmış buldum kendimi. içeri girdiğimde ev tozluydu. elmalar o kadar çoktu ki hiçbir yere sığmamıştı. çamaşırlar birikmişti. hayat burda devam etmişti. yıllar sonra yine kendimi bir yere ait hissetmemiştim.
ve evin her parçası, niye gitmiyorsun diye gözlerimin içine bakıyordu.

çünkü, I can't escape myself diyemiyordum.