space

space

Ne hırkaymış la öyle

Gözlerimi kapattığımda koca bir sahnedeydim. Üstümde annemin ördüğü kocaman ve kıpkırmızı hırka ile güvende hissediyordum. Banyo lifinden başka hiçbir şey öremeyen annemin bana kocaman ve kıpkırmızı bir hırka örmesi ise, kafamda deli sorular falandı. 

Üzerimde kocaman ve kıpkırmızı bir hırka vardı; ve aklım yerinde değildi. Belki aklım çılgınlar gibi seyircilerin üzerine atlamıştı. Tıpkı Deja-vu konserlerinde Korn ile misket havasını karıştırınca dayanamayıp sahneye atlayan Cenk gibi. Deja-vu'yu çok sevdiğimi söylemiş miydim? Neyse, konu bu değil. 

Elimde dibinde birazcık viski kalmış bir şişeyle etrafa bakıyordum. Sonuçta kocaman ve kıpkırmızı bir hırkam vardı. Sonra ince bir gitar sesi duydum. Büyük ihtimalle Gimme Shelter. Bütün sahnede çılgınlar gibi Mick Jagger'ı aradım; ama yoktu. Sanırım hayat kocaman ve kıpkırmızı hırkayı bana vererek yeterince fedakarlık yapmıştı. 

İnce gitar sesi diye bir şey var. İnsanı gerçekten paniğe sürüklüyor. Ve ince gitar sesi o kadar güzel ki. Yani, kocaman ve kıpkırmızı bir hırkan olsa bile, o sesi mahvedebilirsin. Netice olarak ses çok güzeldi, ve Mick Jagger'ın geleceği yoktu. Mikrofondan uzak bir yere öksürdüm. Mikrofona öksüremezdim, sonuçta ince bir gitar, sonuçta Gimme Shelter. Mikrofona öksürürsem tanrı olmaktan çıkardım. Hem de hırkam olmasına rağmen. 

İçimden neden bir şeyler koptu, bilmiyordum. Bu başta beni çok tedirgin etti. Sonra, sonra üstümdeki hırkaya güvendim. Sonuçta kocaman ve kıpkırmızıydı. Garip bir histi. Anlatabilmem mümkün değil. Keşke kocaman ve kıpkırmızı bir hırkanız olsaydı da anlasaydınız. Ama keşkeler keşke işte. Keşke keşke keşke olmasaydı. KEŞKEK. 

Şarkı bitti. İnsanların hepsine bakabilmeyi başardım. İçlerinde Mick Jagger yoktu. Üzüldüm. Viskiyi bitirdim, hırkama sarıldım ve sahneden indim. Arkamdan, yeni bir ince gitar sesi geliyordu, ve Mick Jagger hala ortada yoktu. 

Uyandım, siyah ve ince hırkamı alıp, gittim. 
Çünkü Mick Jagger hala ortalıkta yoktu.

Kendime andaç.

Malum, son günlerde her şeyden öylesine nefret edip, öylesine deli danalar gibi kaçıyorum ki; bu yaşımda aklıma geliyorum. Kendimle seviyeli bir şekilde konuşmaya bile başladım -gelişmeler, gülüşmeler.- 

Size andaç samimiyetsizliğinden sıkılıp, bir gecemi harcayarak kendime yazdığım andaçtan bahsetmek isterim. Kendi andacıma kendi andacımı koydurabilmek için karşıma almadığım insan da kalmadı, belirtmek isterim. 

Kendim, öpüyorum. Hatta kıps. 

***

Sen garip bir insandın. Küçükken, çok küçük olmana rağmen hanımağa gibi koltuğa kurulurdun. Boynun yoktu, gıdın vardı. Ve kafanda iki tutam saçın. Uyurken yatağın en köşesine giderdin. Ellerinle minicik kafanı bir şeylerden korurdun sürekli. Uyandığında kafesli yatağından bana bakardın. Ben bu yaştaki bebenin nasıl boynu olmaz da gıdısı olur diye düşünürdüm, sen sırtını bana döner ve uyumaya devam ederdin.

Sen doğduğun zaman ben de doğdum. Ama doğduğumda saçlarım küttü, Mia Wallace gibi. Onun gibi sigara içmezdim; ve domatesli fıkralar anlatmazdım. Gözlerim sadece esnerken yaşlanırdı, senin gibi ilgi görmediğim her an ağlamazdım. Aksine her ilgi gördüğüm an, kaçmak isterdim. Çünkü o sıralarda ben bir ergendim ve tek derdim yalnızlıktan it gibi korktuğum halde; yalnız olmaya çalışmaktı. Sen beni yine anlamazdın, yine sırtını dönerdin; ve ben Mia Wallace gibi sigara içmezdim.

Kreşe gittiğin zamanlarda annen sana bir şey olmasından korkardı. Annen varlığımı bilmez. Bir ilişkimiz yok onunla, olsa zaten yine sevilmeyen olurdum. Neyse. Kreşe gittiğin zaman, uyuyamazdın. Güneş gözlerinin içine girerken uyuyamazdın. Yorganının kenarını tutup ağlardın. Arkadaşların uyanıncaya kadar ağlardın. Ve ben senin için hiçbir şey yapamazdım. Kaç defa konuşmaya çalıştım öğretmenlerinle, bilemezsin. İzin vermediler. Sen çok ağladın, ve ben o zaman büyüdüm. Bir daha da geri dönemedim.

İlkokula başladığın zaman sürekli bir panik hali içindeydin. Okumayı geç öğrenmiştin ve evcilikte hiçbir oğlan çocuğu seninle eş olmuyordu. Korkuyordun. Gündüzleri uyuyamadığın için de, hep bana anlatıyordun. Benden hiçbir şey olmayacak diyordun. Belki olursa kasiyer olur. Olur mu la öyle şey, diyordum; ama sen çoktan bisikletine binmiş oluyordun. Bisikletin balkondaydı. Hep aynı noktaya sürüyor, hep aynı noktaya çarpıyordun. Ne yapıyorsun, dediğim zaman; bu duvarı bir gün yıkacağım, diyordun. Duvarı neden yıkmak istediğini hiç anlamadım. Duvarı da yıkamadın zaten.

Ortaokul senin için en çok üzüldüğüm yıllardı. Yıllar geçmişti, ve tek bir arkadaşın bile yoktu; ama arkadaşın çok fazlaydı. Ve zamanında seni pohpohlayan insanlar şimdi yoktu. Sandığın kadar iyi değildin, söylendiği kadar güzel de değildin. Adeta ilkokulda kendi kendine yürüttüğün kehanetler gelip seni buluyordu. Gözlerindeki yerli yersiz zamanlarda ortaya çıkan buğu, o günlerde oluştu zaten. Ve ben yine bir şey yapamadım. Çünkü o zamanlarda sen ergendin; ben ise biraz kederli. Çünkü ergenlik geçiyordu Büşra. Çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi: "İnsanlar beni anlamıyor cümlesi, o ağır ergenlik döneminden sonra, insanları anlamıyoruma dönüyor."

Bir şekilde büyüdün. Oğuz Atay okurken saatlerce ağladın, The Beatles dinlerken saatlerce gülümsedin, bana Led Zeppelin'den, Jimmy Page'in nasıl bir hayvan olduğundan bahsederken saatlerce küfür ettin. Hitler'den iğrendiğini, ama onu gördüğün an korkudan yığılıp kalacağını ilk defa bana itiraf ettin. Sonra inkar eder gibi oldun, ama seni kaç defa yatarken "Allahım n'olur Hitler yavru kedi olarak bile gelmesin.    " derken duydum. Ben seni hep duydum, ama çaktırmadım. Tanrı da bizi hep duyar, bunu biliriz ve bunun için ondan korkarız. Ben seni hep duyardım, ama bunu bil istemedim hiç. Benden kork istemedim. Çünkü korkuya dayalı her ilişkide korkan taraf, birgün korkutmaya planlanıyor. Sen planlan istemedim.

Hala büyüyorsun Büşra. Zamanında isminden nefret ederdin. Ama Aylak Adam'ı okuduktan sonra bıraktın gitti değil mi? Zamanında birinin ellerini tutması fikrinden de nefret ederdin. The Beatles ne kadar mübarek bir şey görüyor musun? Düşünsene. Zamanında bütün şarkılar acıdan bahsedip, kadınlara cinsel bir obje gibi yaklaşırken; sen The Beatles'ı dürüstçe "I wanna hold your hand!" diyebildiği için sevdin. Ve ben de seni bunun için sevdim.

Ben seni hep sevdim. Sadece bazen kafalarımız uyuşmadı. İkimizde paralel evrenlerdeki başka hayatlarımıza özlem duyarken, unuttuk birbirimizi. Ama hep de geri döndük ulan. Kim geri dönmez?

Emrah Serbes'in bir yazısı vardı: Heyecanlı piç. İki çocuktan bahsederdi. Çocuklar karşıdan karşıya geçerken el ele tutuşurdu. Emrah Serbes el ele tutuşan çocukları yazdı, biz kafa kafaya verip saatlerce aynı şarkıyı dinleyenleri oynadık. Çünkü sen dünyanın en nadide varlığıydın. Çünkü hayatta senden başka kimsem yoktu. Hala yok.

Sözleri derleyip toplama konusunda iyi değilim, bilirsin. Tanrı bunun için bize Ah Muhsin Ünlü'yü vermiş;
"Bilesin, göğsümde hangi yöne açılmış tek gülsün.
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-Hadi, iç de çay koyayım.-"

Kişisel not: The Beatles'lı, I wanna hold your hand'li cağnım cümle, cağnım Larienimin tivitlerinden birinin aklımda kalanı falandır. Zeynep'i çok sevdiğimi söylemiş miydim?