space

space
aradan uzun zaman geçmiş. en son hatırladığımda sabahın dördünde havaalanına gidiyordum. etrafım çok kalabalıktı ve sırtımda yükler vardı. -bu sefer psikolojik de değildi üstelik.- hep hayalimdeki gibi. kaçıyordum, ve bir allahın kulu da nereye demiyordu. hem ilk defa uçağa biniyordum. cam kenarında değildim ama olsundu, en azından yol kenarında değildim.
küçükken istanbul'da yaşamıştık yaklaşık iki yıl kadar. ama ben yine hatırlamıyordum. yıllar sonra tekrar istanbul'a geldiğimde, defolup gitmek istemiştim. her yer binaydı. -ama her yer.- gerçekten sıkılıyordum ki bir eve geldik. uyudum. bunu seviyordum. hem istediğim zaman ağaç da bulabilirdim. yine kaçıyordum, ve bir allahın kulu da nereye demiyordu.
sonra çıktık dışarı. nedense ilk adım attığım yeri çok sevdim. anneme nişantaşı'nı çok sevdim dedim. şaşırdı. düşünecek pek vaktim yoktu ama neden nişantaşını çok sevdiğimi düşünecek çok vaktim oldu. bir cevap bulamadım. zaten o esnada her şey tekrar hızlı akıvermişti ve ben kendimi yine yatağımda bulmuştum.
birkaç gün böyle geçti. sürekli erken kalkıyor, hep bir şeylere yetişmeye çalışıyorduk. ben sürekli yokuşlara, ve sigara içmenin yasak olduğu deniz otobüslerine küfür ediyordum. gördüğüm her kitapçıdan paramı döke döke çıkıyor ve hep uyumak istiyordum. biraz da tanrıyla konuşmak. ama etraf çok kalabalık oluyordu. ve ben içimden konuşmayı pek sevemiyordum. içimde konuşunca yankı yapıyordu.
gerçekten yorulduğumu hissettiğim bir gün istanbul'dan gittik. ankara'dan giderken çok ağlardım, ama istanbul'dan giderken nişantaşı'nı düşündüm. ister istemez gülümsedim. -hala bir cevabım yok.- zaman yine çok hızlı akıyordu. hem bu sefer cam kenarında/yol kenarındaydım.
bir süre sonra bir eve geldik. ev, denizden sadece on beş adım uzaktaydı. bu sefer iki kaçış yolum vardı. uyku ve deniz. deniz dalgalıydı, yataklar da küçüktü. ama ben yaşayıp gidiyordum işte. arada beynime uyarılar gönderiyordum. beynim uyarılmayacak gibi olduğu zaman hemen kendimi denize atıp, içe itiyordum. çok derinlere. sonra yavaşça ayaklarımı sudan dışarı çıkarıyordum. nedense bu çok hoşuma gidiyordu. sonra denizin içinde üşüyüp birden sıçrıyordum. eve gelince de kulaklarımdaki suyu çıkarmak için sıçrıyordum. bir süre hep böyle sıçrayarak geçti, ve ben artık yalnızlığımı özlemeye başlamıştım. 
birkaç gün yine böyle geçti. bir gece yarısı evime varmış buldum kendimi. içeri girdiğimde ev tozluydu. elmalar o kadar çoktu ki hiçbir yere sığmamıştı. çamaşırlar birikmişti. hayat burda devam etmişti. yıllar sonra yine kendimi bir yere ait hissetmemiştim.
ve evin her parçası, niye gitmiyorsun diye gözlerimin içine bakıyordu.

çünkü, I can't escape myself diyemiyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder