space

space

En güzel yerinde evin.

Eş dostun evinde oturuyoruz. Ev çatı katı, sıcağa rağmen mükemmel rüzgar var içerde, ama biz oturmuşuz öyle. Afedersiniz ama yerlerimiz yarrak gibi. Saçlarımız uçuşmuyor, sırtımızdan mis gibi soğuk ürpertiler geçmiyor.

Ama ne hikmetse sen yine en güzel yerde oturuyorsun, içimizde en güzel saçları olan sensin ve saçların uçuşuyor. 

Niye böyle bilmiyorum.

İçimizde en güzel neden sensin mesela. Neden senden başka hiçkimseyle hiçbir şey yapmak istemeyeceğimi düşünüp duruyorum. Bak, yapamamak değil; yapmak istememek. En azından bir noktaya kadar acizim. 

Evin en güzel noktasında oturuyorsun. evin sana en uzak noktasında oturuyorum. En güzel saçların uçuşuyor, afedersiniz ama en yarrak gibi saçlarım uçuşmuyor. Hatta burası çok sıcak olduğu için keçeleşti. Acaba saçlarımı kestirdim diye buraya geldik? 

Neden içimizde en güzel sensin mesela. En güzel şeylere alışkın olmadığım için mi buraya geldik? Ben en güzel uzun, dalgalı saçları taşıyamam diye mi? Ben en güzel sarılmadan, birbirimizi terletmeden uyumaları sevmedim diye mi? Ben en güzel, en saçma dalga geçmelerde gözlerimi silmek için kaçtım diye mi? 

Neden buraya geldik?

Mesela içimizde, en güzel neden sensin. Ben en olmasa da biraz güzel olamadım diye mi buraya geldik? Ben en olmasa da, biraz güzel saçlara sahip olmadığım için mi buraya geldik? Ben en olmasa da, biraz güzel ve saçma şeylere koca dişlerimle gülemedim diye mi buraya geldik? Ben en güzel sarılmalı uyumayı senden çok farklı anladım diye mi artık ayrı yataklarda terleyerek uyuyoruz. 

Bana niye buraya geldiğimizi söyle. 

Başka bir açıdan yaklaşalım. Sen nasıl bu kadar güzelsin mesela. Kulaklarıma göre kocaman kulakların varken, parmakların çarpıkken, benim omuzlarımdan daha küçük omuzların varken, saçların yıllar sonra dökülecekken, dişlerin benim dişlerimden daha küçük ve çarpıkken; neden sen içimizde en güzelsin mesela. 

Bana neden bu kadar güzel olduğunu söyle. 

Bana en güzel kollarla sarılıyorsun, sana en olmasa da, biraz güzel olan kollarla sarılıyorum. Beni en güzel dudaklarla alnımdan öpüyorsun, sana en olmasa da, güzel dudaklarla yetişmeye çalışıyorum. Parmaklarımın üstüne çıkınca yanaklarına anca varıyorum. Bana dünyanın en güzel sesleriyle bir şeyler söylüyorsun, ben en olmasa da, biraz güzel seslerle ne yapıp ne edip seni sinir ediyorum. 

Sonra buraya geliyoruz. 

Neden en güzel olduğunu anlayamadığım ve neden burda olduğumuza hala cevap vermediğin bu noktada, bekliyoruz. Sarılıyoruz ama ikimiz de en değiliz. Öpüşmelerimiz en değil. Yanaklarını öpmek için sarf ettiğim çaba "eeh"lik. Seslerimiz normal. Normal bile değil aslında, o enli günlerimize göre baya uzakta kalmış. 

Ama bunlara rağmen hala en güzel olan sensin ve ben buna dayanamıyorum. En güzel rüzgarlar yine senin saçlarında, senin sırtında. En güzel sesler yine senin sesinde gizli. Saçlarının her dalgası burdaki herkesten daha güzel. 
Sen eskisi gibi güzelsin. Ben eskisinden daha kötü bir halde, saçlarımda rüzgarlar olmadan, odanın sana olan en uzak noktasından seni izliyorum. 

Eş dostun evinde oturuyoruz. Ev çatı katı, sıcağa rağmen mükemmel rüzgar var içerde, ama biz oturmuşuz öyle. Afedersiniz ama yerlerimiz yarrak gibi. Saçlarımız uçuşmuyor, sırtımızdan mis gibi soğuk ürpertiler geçmiyor.

Ama ne hikmetse sen yine en güzel yerde oturuyorsun, içimizde en güzel saçları olan sensin ve saçların uçuşuyor. 

En güzel içimizde, sensin mesela.

2 yorum: