space

space

Derin bir nefes aldım

-Hiç sevmediğim bir şarkı eşliğinde.-

üç hafta olmuştu. yirmi yedi gece. kafam rahattı. her gece kafamı masanın üstüne koymam gerekmiyordu. çünkü kafam artık. ne bileyim. kafam artık benimdi. bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. seni gördüğüm günü düşünüyorum bazen. bak mesela, o gün kafam o kadar ağırdı ki. yanımda otobüs vardı. evren bozması vardı. cam kenarındaydım ve beatles hep der; I feel alone. ama beatles yoktu işte orda. orda olsa nasıl sevinirdik. ama işte, yoktu. orda sen vardın. gülerken ağzın sola kayıyordu mesela. ayrıca, ay gibiydin. bir gün balkona çıkmıştım. aya bakarken fark etmiştim ki, ay kafamdan küçüktü. o günden beri ay ve romantizm benim için sikimden aşağı şeylerdi. ama sen. ay gibiydin. ayın yontulmuş hali. kafam sevmeye, kafam bir an olsun kendimden başka birine tutunabilme ihtimaline nasıl tutunmak istemişti öyle. eve gelince çok ağlamıştım ama. kendimden çok utanmıştım. kendimden neden bu kadar kaçmak istiyordum ki? böyle ayaklarımı kıçıma vura vura. hem ben söz vermiştim kendime. üç yaşında verdiğim sözlere de benzemiyordu. serdar ortaç gibi benim gibi olmayacak ;)) da dememiştim. ben sadece delikanlı gibi kendime söz vermiştim işte. ama sanki, sanki sen impalaydın. sanki impalanın önündeki minik kartal sembolüydün. belki onun ince, uzun dikiz aynasıydın. ne yapacağımı bilememekten ölecektim. aylar sonra ilk defa başka bir sebepten dolayı ölecektim. aşk acımdan, diş acımdan, bıkkınlığımdan değil. heyecandan ölecektim. yeni olası hayallerin yeni temelini atmaya çalışırken. bu hissi bilir misin? bir konserve mısır yemek gibidir, yedikten sonra dibindeki suyu içmek. ben, kafam karışıyordu. korkuyordum ama allah kahretsin, nasıl da tatlı bir korkuydu. her şeyi göze aldırtacak bir korku. bekleyecektim. belki de ömrümün sonuna kadar. belki her otobüs kalbime parendalar attıracaktı. ama umrumda değildi. ruh hastasıydım ben belki. kendimi terk ediyordum, kendim nereye diye bağırıyordu, bilmiyorum ama sanırım aşık oldum diye bağırarak koşuyordum. çok uzaklara koşuyordum. sonra zınk diye duruyordum. birden korkudan gözbebeklerim büyüyordu. ya sen benim attığım her adımda tabana zıt diğer yöne gidiyorsan? korkuyordum. ve anlatamazdım ki. bu korku beni evime döndürecekti. bu korku bana bütün anlamların altında ezilen beatles şarkılarımı bana geri verecekti. bütün sokaklara bakmak istiyordum. senin izini bulabilmek için bütün sokaklara bakmak, dokunduğun bütün kedilerin başını okşamak, tekme attığın her küçük çakıl taşından senin adına özür dilemek. senin adına gidip bir şeyler içebilmek. sonra senin adına sarılıp uyumak. uıyumak istemiyordum ki. ben hep uyanık olmak istiyordum. belki otobüsler kaçıracaktım. belki tanrı bana en büyük cezasını otobüsleri ortadan kaldırarak verecekti. ama sen demiştin -demiş miydin?- daha önemli şeyler var. senin adına belki, bak şimdi aklıma geldi, senin adına gereksiz işleri yapmalıydım belki. belki sana zamanımı hediye etmeliydim. hem artık uyumak istemiyordum. güneş doğuyordu. günler nasıl geçiyordu öyle. otobüsler de geçiyordu. korkuyordum, hem de nasıl. ama geçmiyordu. geçmesin diye yalvarıyordum, ve bu sefer işe yarıyordu. aşık oluyordum. korkuyordum. canım artık hiç uyumak istemiyor. 

gerçekten ben bu şarkıyı sevmezdim.

2 yorum: