They knew the time would come, and time would be cruel.

space

space

Bugün hava standarttı.

Kimse cebimde şarkı biriktirmeye bayıldığımı bilmiyor. 
Cebimdeki şarkıları insanlara vermeyi sevmiyorum. 
En son cebimdeki şarkıları verdiğim birisi beni terk etti. 
Cebimdeki şarkıları ondan özenle sakladığım birisi beni terk etti. 
Ama cebimdeki şarkılar beni terk etmiyor. 
ÇÜNKÜ ONLARI TEHDİT EDİYORUM. 

Cebimdeki şarkılarla duygularım ilişkiye giriyor. 
Şarkılar kuluçkaya yatıyor. 
Cebimde. 
Sonra düşünceler doğuyor. 
Düşünceler büyüyor. 
Haliyle yuva kurmak istiyorlar. 
Onların sadece seks yapmasına izin veriyorum. 
Çünkü şiddet sadece Tarantino filmlerinde güzel. 

Şarkılarla duygular sevişince sadece duygu doğuyor. 
Bunu anlamıyorum. 
Mesela doktorla mühendis sevişince çocukları avukat olabiliyor.
Ve bir bok olmama gibi bir hakları da var. 
Ama şarkılar. 
Niye ortaya şarkı çıkmıyor. 
Şarkılar neden iç güveysi gibi yazılıyor?
-İç güveysi böyle mi yaşanıyor?-

Duygularım cebime gelmiyor. 
Duygularım çok kaba.
Hep şarkılar onların ayağına gidiyor. 
Kendilerini ezdiriyorlar. 
Kendimi ezdiriyorlar. 
Saçmalıyorum. 

Çok. Fazla. Saçmalıyorum.
Gönderen Büşra Uyaroğlu. zaman: 9/22/2011 3 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

Günaydınmak

Uyandığım zaman güneş gerçek anlamıyla gözlerime akıyor. Üstünde yattığım yorganı, güzel kokan bir boyunmuş gibi öpüyorum. Saçlarımı yastığın üstüne yayıyorum. Babamın kurduğu alarmın seslerini duyuyorum sonra. Babamın homurdanmalarını da.

Babam kalkıyor. Yıllardan beri bu evde yaşamadığımı düşünüyorum. Belki, belki babamın uyurken izlemek istediği bir kıza ihtiyacı vardır. Uyur gibi yapıyorum. Dudaklarımı da hafifçe kıvırmayı unutmadan. Her sabah babamın, odamın önünde tam bir saniye duraladığını hissediyorum. Sonra banyoya giriyor. Gözlerimi açıyorum, gözlerimle güneşin arasına girmek ayıp olur. 

Babam kıyafetlerini giyiyor, üzümünü ve şeftalisini yiyor. Kapıyı yavaşça açıyor. Yavaşça gidiyor. Hemen ayaklanıyorum. Babama bu evde yaşayacağımı söylediğim zaman hemen alışveriş yapmış, ve bana paket paket kraker almıştı. Mutfağa gidiyorum. Mutfaktaki fırın kapağı ayna görevi görüyor, her onun önünden geçtiğimde ayaklarımı izliyorum. Aklıma Quentin Tarantino geliyor, gülümsüyorum. Ben bir Quentin Tarantino olsaydım, uzun ve güzel boyunlara olan derin sevgimle anılırdım. Sürgülü dolaptan krakeri çıkarırken "Bunun bir önemi yok." diyorum kendime. Ama gülümsekten vazgeçmiyorum. 

Babamın çift kişilik yatağına yatıyorum. Odada üç tane kocaman aynanın olması beni, sadece o odada sinir etmiyor. Aynalara bakıyorum. Gördüğüm yüzden mutluyum. Mimiklerimden, ayaklarımdan, ojelerini kemirdiğim ellerimden. Dışarıdaki güneşten, kahırlı kahırsız anılarımdan bile mutluyum. 

Hiç bu kadar sakin olmamıştım.
Gönderen Büşra Uyaroğlu. zaman: 9/16/2011 2 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

Çok güzel anılar

Tanrı'nın yatağımın üstündeki tavan olduğunu söylememe rağmen oruç tuttuğum günlerden biriydi. Duygu, Ferhat ve ben lunaparka doğru yol alıyorduk. Hemen aklımızı çelen rangera binmeden önce son cümlelerim şuydu;
"Gençler, Radiohead güzeldir, Thom Yorke çok, çok güzeldir ama, o Thom Yorke dansı nedir allaseniz?"
Duygu: "YOO. Bence gayet güzel bir danstı, ben çok da beğendim."
Sonra lanet olası rangerdan indiğimizde Duygu'nun ilk hareketleri şuydu;
" Bak hatta şöyle bir şeyler yapmıştı." (Bu harekette ayaklarımız yere paralel. Dizlerimizi hafifçe kırıp kendimizi geriye veriyor, ve sol elimizi kendi kendine sallanmaya bırakırken, sağ elimizi ne yaptığımızı unuttum. Bu konuyu daha sonra tekrar açacağım.)
Ferhat'ın ise ilk isyanı şuydu;
"DUYGU SEN NE YAPIYORSUN ALLAH AŞKINA!!!11!BİR"

***

Ferhat'ın bir ay boyunca Duygu ve benden tek istediği Değmesin Ellerimiz'i bir kere olsun dinlememizdi. Tabiki de dinlemedik, ve Ferhat'ı kalbi kırık bir şekilde Adana'ya yolladık. AMA BİR GÜN O ŞARKI BİZİ BULDU ÇOCUKLAR. BUNA FERHAT'IN GAZABI ADINI VERDİK. Neyse. Aylar sonra bu şarkıyı yanlışıkla dinlediğimde Ferhat'a mesaj attım.

Ben: "BUGÜN İLK DEFA DEĞMESİN ELLERİMİZ'İ DİNLEDİM."
Ferhat: "Merakla yorumunu bekliyorum şu an. Dolandı mı ağzına? Değmesin ellerimiz diyor musun durup dururken?"
Ben: "Diyorum da, aklımda niye değmesin ellerimiz'den başka bir bölüm gelmiyor onu merak ediyorum."
Ferhat: " O bir sonraki aşama çünkü Büşra, önce değmesin ellerimiz diyeceksin sonra bunu söyledikçe sonrasını öğrenme isteği doğacak içinde. Değmesin ellerimiz bir felsefe, bir inanıştır Büşra. Unutma, unutturma..."

***
Keşke Duygu'nun o muhteşem Şakirt taklidinin videosu elimizde olsaydı....

***  
Ben: Niye mutsuzum bilmiyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.
Duygu: Dinlenecek hiçbir şey yok lan. Hiçbir şey. Mutluluk bile acı veriyor çünkü sonu var bili... NE DİYORUM LAN BEN.

***
Birkaç fotoğraf koymazsam eğer, komşulara karşı çok ayıp ederim. Ve etmeyi düşünüyorum da. Onun yerine; Duygu'nun tumblr'ı  sizi tatmin edecektir. Fotoğraflar için azıcık aşağılara gitmeniz yeterli.

***
Bu anılar asla anlatmak istediğimi anlatamayacak. Bu iki genç benim hayatımın ilk elle tutulup gözle görülen elit çevresiydi. İnanın çocuklar, hayatım boyunca kimseyle oturup dexter üzerine konuşamadım. Hiç insanların bana muhteşem şarkılar önerdiklerini işitmedim. Hiç göbeğe yatıp film izleme olayının insanı çok ama çok mutlu edebileceğini fark etmedim. Ta ki, onlar hayatıma girinceye kadar.

Şimdi biricik Ferhat'ımız Odtü'lü oldu. Duygu hala yanımda. Onu da kolumun altına alıp, çok kısa süre içerisinde bu diyarlardan gideceğim. Ama kader bizi ayıracak. Kader bizi Ankara'da kar yağarken karşılaştıracak. Duygu'yla Ferhat ben soğuktan ağlayınca bana acıyıp yanıma gelecekler. Sonra birbirimizi fark edeceğiz. SICAK ÇİKOLATA İÇECEĞİMİZİ SANIYORSUNUZ AMA FERHAT LAHMACUN YİYECEK, BİZ İSE TAVUK YİYECEĞİZ. İşin tek duygusal yanıysa kulaklarımızda bu şarkının  çalacak olması.

Ps: Ferhat değmesin ellerimiz'i dinleyebilir ama delikanlı bir insan.
Gönderen Büşra Uyaroğlu. zaman: 9/12/2011 3 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

İstemsiz.

En üzüldüğüm, artık en sevdiğim otobüse binememek oldu.

Birgün bir arkadaşım ben Ankara'dan gidince şöyle demişti. "Sen mesela. Beni hayal edemiyorsun. Sokakların başında, oturduğun masanın karşısında, merdivenlerin başında. Beni hissedemiyorsun. Ama ben seni hissediyorum. Beraber yürüdüğümüz sokakları. Ne kadar mantıksız." 
İstemeden yaptığım şeyleri isteyerek yapmak zorunda kalmama rağmen, hala terk edilen benim. Asıl bu mantıksız.

Evimi özlemiyorum. Sadece, sadece hatıralarımı özlüyorum. İlk Beatles dinlediğimde üstüne çıkıp zıpladığım koltuğu, ağlayarak dinlediğim ilk Pink Floyd'u, korkudan açamadığım King Crimson'ı. Her şeyimi istemeden o evde bıraktım. Annem, onları da bir çöp poşetine koyamadı. O evde binlerce ben vardı, bir tanesini alıp gitmek zorunda kaldım. 

Giderken alabildiğim şeylerin başında afişlerim vardı. Karşımda bir Jim Morrison posteri, ve kafamın üstünde bir tavan olmadan uyuyamıyorum. Onlar benim tanrıya açılan kapılarım. Kapılarımdı. Bu evde hiçbir şey hissedemiyorum. İnsan ne yaparsa yapsın, kendi kendisine bakınca sıkılıyor. Yeni benler yaratamayacak kadar üşengeç olmamsa pek yardımcı olmuyor. 

Çocukluğumu, ve çocukluğunu geri istiyorum.
Gönderen Büşra Uyaroğlu. zaman: 9/07/2011 3 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

*Islık sesleri*


Evini terk eden herkese. Çay suyu da koydum.
Gönderen Büşra Uyaroğlu. zaman: 9/03/2011 2 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

yangına ilk atılması gereken şeyler

  • ►  2014 (20)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ağustos (6)
    • ►  Temmuz (4)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (3)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (1)
    • ►  Şubat (1)
    • ►  Ocak (2)
  • ►  2013 (27)
    • ►  Aralık (2)
    • ►  Kasım (2)
    • ►  Ekim (2)
    • ►  Eylül (2)
    • ►  Ağustos (4)
    • ►  Temmuz (3)
    • ►  Haziran (2)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Mart (2)
    • ►  Şubat (3)
    • ►  Ocak (3)
  • ►  2012 (36)
    • ►  Aralık (3)
    • ►  Kasım (1)
    • ►  Ekim (3)
    • ►  Eylül (3)
    • ►  Ağustos (4)
    • ►  Temmuz (6)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (1)
    • ►  Nisan (4)
    • ►  Mart (5)
    • ►  Şubat (2)
    • ►  Ocak (3)
  • ▼  2011 (56)
    • ►  Kasım (3)
    • ►  Ekim (4)
    • ▼  Eylül (5)
      • Bugün hava standarttı.
      • Günaydınmak
      • Çok güzel anılar
      • İstemsiz.
      • *Islık sesleri*
    • ►  Ağustos (5)
    • ►  Temmuz (5)
    • ►  Haziran (5)
    • ►  Mayıs (6)
    • ►  Nisan (7)
    • ►  Mart (6)
    • ►  Şubat (7)
    • ►  Ocak (3)
  • ►  2010 (22)
    • ►  Aralık (8)
    • ►  Kasım (5)
    • ►  Ekim (8)
    • ►  Eylül (1)

Sayfalar

  • Ana Sayfa

şapşikler

Suratsız

Fotoğrafım
Büşra Uyaroğlu.
20 yıldır itinayla susmak bilmiyorum.
Profilimin tamamını görüntüle
Soyut teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.