Malum, son günlerde her şeyden öylesine nefret edip, öylesine deli danalar gibi kaçıyorum ki; bu yaşımda aklıma geliyorum. Kendimle seviyeli bir şekilde konuşmaya bile başladım -gelişmeler, gülüşmeler.-
Size andaç samimiyetsizliğinden sıkılıp, bir gecemi harcayarak kendime yazdığım andaçtan bahsetmek isterim. Kendi andacıma kendi andacımı koydurabilmek için karşıma almadığım insan da kalmadı, belirtmek isterim.
Kendim, öpüyorum. Hatta kıps.
***
Sen doğduğun zaman ben de doğdum. Ama doğduğumda saçlarım küttü, Mia Wallace gibi. Onun gibi sigara içmezdim; ve domatesli fıkralar anlatmazdım. Gözlerim sadece esnerken yaşlanırdı, senin gibi ilgi görmediğim her an ağlamazdım. Aksine her ilgi gördüğüm an, kaçmak isterdim. Çünkü o sıralarda ben bir ergendim ve tek derdim yalnızlıktan it gibi korktuğum halde; yalnız olmaya çalışmaktı. Sen beni yine anlamazdın, yine sırtını dönerdin; ve ben Mia Wallace gibi sigara içmezdim.
Kreşe gittiğin zamanlarda annen sana bir şey olmasından korkardı. Annen varlığımı bilmez. Bir ilişkimiz yok onunla, olsa zaten yine sevilmeyen olurdum. Neyse. Kreşe gittiğin zaman, uyuyamazdın. Güneş gözlerinin içine girerken uyuyamazdın. Yorganının kenarını tutup ağlardın. Arkadaşların uyanıncaya kadar ağlardın. Ve ben senin için hiçbir şey yapamazdım. Kaç defa konuşmaya çalıştım öğretmenlerinle, bilemezsin. İzin vermediler. Sen çok ağladın, ve ben o zaman büyüdüm. Bir daha da geri dönemedim.
İlkokula başladığın zaman sürekli bir panik hali içindeydin. Okumayı geç öğrenmiştin ve evcilikte hiçbir oğlan çocuğu seninle eş olmuyordu. Korkuyordun. Gündüzleri uyuyamadığın için de, hep bana anlatıyordun. Benden hiçbir şey olmayacak diyordun. Belki olursa kasiyer olur. Olur mu la öyle şey, diyordum; ama sen çoktan bisikletine binmiş oluyordun. Bisikletin balkondaydı. Hep aynı noktaya sürüyor, hep aynı noktaya çarpıyordun. Ne yapıyorsun, dediğim zaman; bu duvarı bir gün yıkacağım, diyordun. Duvarı neden yıkmak istediğini hiç anlamadım. Duvarı da yıkamadın zaten.
Ortaokul senin için en çok üzüldüğüm yıllardı. Yıllar geçmişti, ve tek bir arkadaşın bile yoktu; ama arkadaşın çok fazlaydı. Ve zamanında seni pohpohlayan insanlar şimdi yoktu. Sandığın kadar iyi değildin, söylendiği kadar güzel de değildin. Adeta ilkokulda kendi kendine yürüttüğün kehanetler gelip seni buluyordu. Gözlerindeki yerli yersiz zamanlarda ortaya çıkan buğu, o günlerde oluştu zaten. Ve ben yine bir şey yapamadım. Çünkü o zamanlarda sen ergendin; ben ise biraz kederli. Çünkü ergenlik geçiyordu Büşra. Çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi: "İnsanlar beni anlamıyor cümlesi, o ağır ergenlik döneminden sonra, insanları anlamıyoruma dönüyor."
Bir şekilde büyüdün. Oğuz Atay okurken saatlerce ağladın, The Beatles dinlerken saatlerce gülümsedin, bana Led Zeppelin'den, Jimmy Page'in nasıl bir hayvan olduğundan bahsederken saatlerce küfür ettin. Hitler'den iğrendiğini, ama onu gördüğün an korkudan yığılıp kalacağını ilk defa bana itiraf ettin. Sonra inkar eder gibi oldun, ama seni kaç defa yatarken "Allahım n'olur Hitler yavru kedi olarak bile gelmesin. " derken duydum. Ben seni hep duydum, ama çaktırmadım. Tanrı da bizi hep duyar, bunu biliriz ve bunun için ondan korkarız. Ben seni hep duyardım, ama bunu bil istemedim hiç. Benden kork istemedim. Çünkü korkuya dayalı her ilişkide korkan taraf, birgün korkutmaya planlanıyor. Sen planlan istemedim.
Hala büyüyorsun Büşra. Zamanında isminden nefret ederdin. Ama Aylak Adam'ı okuduktan sonra bıraktın gitti değil mi? Zamanında birinin ellerini tutması fikrinden de nefret ederdin. The Beatles ne kadar mübarek bir şey görüyor musun? Düşünsene. Zamanında bütün şarkılar acıdan bahsedip, kadınlara cinsel bir obje gibi yaklaşırken; sen The Beatles'ı dürüstçe "I wanna hold your hand!" diyebildiği için sevdin. Ve ben de seni bunun için sevdim.
Ben seni hep sevdim. Sadece bazen kafalarımız uyuşmadı. İkimizde paralel evrenlerdeki başka hayatlarımıza özlem duyarken, unuttuk birbirimizi. Ama hep de geri döndük ulan. Kim geri dönmez?
Emrah Serbes'in bir yazısı vardı: Heyecanlı piç. İki çocuktan bahsederdi. Çocuklar karşıdan karşıya geçerken el ele tutuşurdu. Emrah Serbes el ele tutuşan çocukları yazdı, biz kafa kafaya verip saatlerce aynı şarkıyı dinleyenleri oynadık. Çünkü sen dünyanın en nadide varlığıydın. Çünkü hayatta senden başka kimsem yoktu. Hala yok.
Sözleri derleyip toplama konusunda iyi değilim, bilirsin. Tanrı bunun için bize Ah Muhsin Ünlü'yü vermiş;
"Bilesin, göğsümde hangi yöne açılmış tek gülsün.
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-Hadi, iç de çay koyayım.-"
Kişisel not: The Beatles'lı, I wanna hold your hand'li cağnım cümle, cağnım Larienimin tivitlerinden birinin aklımda kalanı falandır. Zeynep'i çok sevdiğimi söylemiş miydim?
sürekli kendisine yazılar yazan ve sonra oturup bu yazılara ağlayan biriyim.
YanıtlaSilkendimizden başka hiç kimsemiz olmadığını vurguladığın için en az kendi yazılarım kadar hüzün verdi bana bu. bir büşra oldum.
ne güzel yazmışsın B.
insanın kendine yazması kadar mübarek, mülayim, eli yüzü düzgün bir başka şey daha yok. çok teşekkürler, hayırlı işler hatta bol güneşler.
SilSen ne güzelsin.
YanıtlaSilsağol lan. sağolun. mutlu oluyorum. yakında havaya kıps'lar saçacağım.
Silbüyükmek tüm aşk acılarından sancılı bir şey. ama sancı da olmasa insan olmak neye yararayacak. şimdi ben yine anlatamadım. edip abimiz anlatmış.
YanıtlaSil"Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan
olmalarıyla
Korkunçtur korkunç!
Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz
inceliği
Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır
gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun
butlarında
Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan
olmalarımla"
nasıl bir sancıysa, dişi de geçti aşkı da geçti. ve her şeyden öte öyle saygı duyduğum bir sancı ki bu, karşıma alıp onunla demlik demlik çay içesim geliyor.
Silseninle ilgiliyse yaklaşık 256 demlikten oluşan planlarım var. olaylar dear god orrayt derse istanbulda geçecek.