space

space

Günaydınmak

Uyandığım zaman güneş gerçek anlamıyla gözlerime akıyor. Üstünde yattığım yorganı, güzel kokan bir boyunmuş gibi öpüyorum. Saçlarımı yastığın üstüne yayıyorum. Babamın kurduğu alarmın seslerini duyuyorum sonra. Babamın homurdanmalarını da.

Babam kalkıyor. Yıllardan beri bu evde yaşamadığımı düşünüyorum. Belki, belki babamın uyurken izlemek istediği bir kıza ihtiyacı vardır. Uyur gibi yapıyorum. Dudaklarımı da hafifçe kıvırmayı unutmadan. Her sabah babamın, odamın önünde tam bir saniye duraladığını hissediyorum. Sonra banyoya giriyor. Gözlerimi açıyorum, gözlerimle güneşin arasına girmek ayıp olur. 

Babam kıyafetlerini giyiyor, üzümünü ve şeftalisini yiyor. Kapıyı yavaşça açıyor. Yavaşça gidiyor. Hemen ayaklanıyorum. Babama bu evde yaşayacağımı söylediğim zaman hemen alışveriş yapmış, ve bana paket paket kraker almıştı. Mutfağa gidiyorum. Mutfaktaki fırın kapağı ayna görevi görüyor, her onun önünden geçtiğimde ayaklarımı izliyorum. Aklıma Quentin Tarantino geliyor, gülümsüyorum. Ben bir Quentin Tarantino olsaydım, uzun ve güzel boyunlara olan derin sevgimle anılırdım. Sürgülü dolaptan krakeri çıkarırken "Bunun bir önemi yok." diyorum kendime. Ama gülümsekten vazgeçmiyorum. 

Babamın çift kişilik yatağına yatıyorum. Odada üç tane kocaman aynanın olması beni, sadece o odada sinir etmiyor. Aynalara bakıyorum. Gördüğüm yüzden mutluyum. Mimiklerimden, ayaklarımdan, ojelerini kemirdiğim ellerimden. Dışarıdaki güneşten, kahırlı kahırsız anılarımdan bile mutluyum. 

Hiç bu kadar sakin olmamıştım.

2 yorum: