space

space

Dört kollu insan köpek

Uzun süredir hasta olan ben, artık hasta olmaya üşendiğim için iyileştim; ama bence iyileşmedim. 

Geçen gün yolda yürürken bir çocuğun dört kolu var zannettim. 
LAN! NASI LO- derken, gözlerimi farkında olmadan açıp kapamışım. Çocuğun iki kolu var yani, açık ağzımızı kapatalım. 

Sonra, bir başka geçen gün, KÜÇÜK BİR ÇOCUĞU KÖPEK SANDIM.
Ama çocuğun köpekli çantası vardı, hak verin lan. 

VE DİĞER BİR GEÇEN GÜN, dersane çıkışında halsiz ve mecalsiz bir biçimde eve doğru yol alırken, bir sokak lambasını insan sanıp korktum, sonra da selam verdim. 
Iıı, yaklaşık iki dakika sonra da onun bir insan olmadığını anladım. 

Ve biraz önce, dolaptan su bardağı çıkarıp sürahiden bardağa su doldurdum ama suyu içmeye üşendiğim için bardağı masaya bırakıp gittim. 

Her şeye üşeniyorum canlarım. 
Sabahları erkenden kalkıp, yaklaşık yarım saat boyunca bütün gün yapacaklarımı düşünüp üşeniyorum. Sonra kalkıp yine üşeniyorum. Sadece yorganıma sarılmaya üşenmediğim bir dünyada yaşıyorum. 

Dışardakı dünyada ise, depremler oluyor, insanlar adaletsiz bir sistemin içinde kendine ait olan yeri bulmak için çırpınıyor, insanların üstüne bombalar düşüyor.
Ben de tanrının üşengeçliğini örnek alıp hiçbir sorunu çözmüyorum. 

Yani genel olarak şöyle bir şeyim diyebiliriz; 


Bu hayvanı seviyorum. 
Sizi ise daha çok seviyorum. 

Hadi allaa emanet. 

Willy willy wonka


Yaklaşık bir haftadan beri hastayım. Doktora gittim Imm. Meraba. BÖYLE BÖYLE. Rapor verseniz ya bana. dedim. 
Dayadılar hemen raporu tabi. 

Gözyaşlarına hakim olamayan burnum yüzünden EEEH diyip, burnumu tuvalet kağıdıyla silmeye başladım. Annem evde çizgili pijama ve tuvalet kağıdıyla gezen bir yaratığa daha fazla dayanamadığı için evi terketti. 
Ben de ev bana kaldı diye Master Chef izlemeye başladım. 
Ama soranlara, evde bangır bangır Bob Dylan dinlediğimi söylüyorum, çaktırmayın. 

Hasta olduğum şu süre içerisinde, Willy Wonka'yla benzerliğimizi düşündüm. 
Madem ev boş, bari bu benzerliği belgelere dayandırayım dedim. 
Sonra karnım yarıldı falan. Tipe bak. 

Çok yakında iyileşip, size günlerden beri üstünde çalıştığım çizimlerimi göstereceğim. 
Ama önce, tuvalet kağıdıyla burnumun sevişmesi gerek. 
Hepinizi öperim.

O x benim.

X: Seni ilk ben buldum Jim Morrison! İlk ben dinledim. Evet, sana umutla baktım, çünkü sen umut dolusun. Şey. Yani aslında ölümü kurtuluş olarak düşünü- Bİ DAKİKA. Seni ilk ben buldum. Dolayısıyla seni istediğim yerinden çekiştirmeye hakkım var. Ayrıca seks düşkünüsün. Ne kadar yanlış. Şey. Aslında bu seni pek ilg- NASIL İLGİLENDİRMEZ. Sen garip bir adamsın. Daha farklı yollar bulabilirdin. Şimdi burda böyle duruyo- Seni hiç mi anlayamadım yani?! Ama seni ilk be- LANET OLSUN. 
Jim Morrison: ...

***

X: Annares'e gitmek isterdim. Ama kesin mülkiyetçiliğimle ortalığın amına koyardım. 
Y:...
X: Yani düşünsene, kimsenin 'efendi' kelimesini bilmediği bir dünyadan bahsediyoruz. Ayrıca Odo da kadın. 
Y:...
X: Kertenkele çok garip bir hayvan.
Y:...
X: ...
Y: Efendim?

İnsanlar beni gerçekten seviyor.

Kısır döngü gördüm.

İnsanlarla dediğimi anlamıyor. 
Sinirleniyorum, bir şeyler diyorum. Hatta öylesine diyorum ki; ben bile ne dediğimi anlamıyorum. 
İnsanlar küstah bakışlarıyla kuru bir ''nasıl yani'' yi yüzüme çarpıveriyor. 
İşte o zaman düşünüyorum. Durumu anlatan beş cümle buluyorum. Cümleleri kendime söylüyorum, cümleler güzel geliyor. 
Hazırlanıyorum, ağzımı büyük bir hevesle açıyorum, ve işte kamyon geliyoor.

Birinci cümle.
İkinci cümle.
Üçüncü cümle. 

''Tamam tamam, anladım.''

Benim de ağzımdan kuru bir ''Öyle'' çıkıyor. O iki cümle için ne kadar uğraştığımı ise bilen yok. 
O cümleler, benim içimde kalınca bedenimi ele geçiriyor, geceleri pencere kenarındaki yatağımda beni uyutmuyor.
Ama yaşıyorsam tek nedeni, o pencere kenarındaki yatağıma geri dönüp tavana bakma isteği. 
Ama anlayamazsınız. 

Beni o yataktan başka kimse anlamıyor. Kimse acılarımı, o yataktan daha iyi dindirebilmiş değil. 
Bunları söylemek istiyorum. 
İnsanlar dediğimi anlamıyor.
Sinirleniyorum, bir şeyler diyorum. Hatta öyles...
 

Ama Beatles.

Beatles'la sevişmeye başladığım günden beri tanrıdan en büyük çaplı dileğim, bu güzel adamları bir de aşıkken dinleyebilmekti.
Aşık olacağım o zamana kadar da beynimin kütüphanesinde, kalın çerçeveli gözlükleriyle ansiklopedilere not alan çocuk üstünde deneyler yapmaya karar verdim. 
All my loving'i dinlerken sürekli ince bir hareket halinde olan dudaklarını,
I wanna hold your hand de ise sürekli kitapların üstünde gidip gelen ellerini hayal edip, kimi zaman huzuru bulup, kimi zaman beynimden çıkamadığı için üzülüp, kendimi kitaplara vurdum. 

Birgün, kafam yine kitaplar arasındayken güneşin birkaç defa doğup battığını anladım. Korktum ve kafamı kitapların arasından çıkardım. Cevizini korumak isteyen sincap korkaklığıyla etrafımı kollarken; 
onu buldum. 
Aslında benim kadar korkak değildi. Öyle duruyordu. Kafasından da bir şeyler geçmiyor değildi.Kafasından bir şeyler değil, çok şeyler geçiyordu. 
Ve ben görebiliyordum. 

İşte o çocuğun kafasından geçenleri alnından okuduğum günden beri, kütüphanedeki çocuk, kütüphanenin karşısındaki kafede dudak okuyabilen beyaz tenli bir kadınla konuşmaya başladı. 

Onun için sevindim. 
Ama unutamadım.
Her All my loving dinlediğimde aklıma onun dudakları geldi.
Onu özledim ama,
ama dışarda kütüphaneden ansiklopedi hacılamak için beni bekleyen çocuğun da elleri çok garip. 

Ama Beatles.

Dns ve ter


Kendime anlam veremediğim yetmiyormuş gibi, bir de biz bloggerları illegal yollara iten sansüre anlam verememezliğim baş gösteriyor.
Ama kurduğum anlamsız cümlelerde hala bir değişme yok.

Küçükken bakkaldan cips çalmaya çalışmıştım, ama adam beni görüp herkese ifşa etmişti.O günden beri illegal işlere bulaşmıyorum.
Yani ne zamana kadar bu gizli buluşmaları kaldırabilirim, bilmiyorum.
İllegal iş falan değil de, üşeniyorum; çaktırmayın.

xoxo dememek için kendimi zor tutuyorum ama HAYIR.