Buzdolabının sesine benziyorsun.
Bazen oturuyorum. Bazen elimde sıcak bir bardak oluyor. Bardağın içinde tamamen demden oluşan çay. Çay sert oluyor, düşünceler de diken gibi. Bazen biri, diğerinin eksisini alıp, götürüyor. Bazen ikisi de eksisiyle üstüme geliyor. Üstümden kaçamıyorum. Üstümde debelenirken, birden buzdolabından bir ses geliyor. Eksilerin, çayın, kafası ve kafam hemen buzdolabına gidiyor. Kafalarımız sonra buzdolabıyla muhabbete giriyor, ve ben çayımı içmeye devam ediyorum.
Ama "Hadi, iç de çay koyayım." diyen bir insanın yokluğu, her zaman yanımda.
Bazen, uyumaya üşenmiyorum. Pijamalarımı üstüme geçirip, yatıyorum. Birazdan bütün gün kaçıp durduğum anılar mimiklerime geçecek, ve geçirecek; bunun da farkındayım. Ayak parmaklarımı sıkacağım, gözlerimi duş suyu kıvamına getireceğim, kafamda bir şeyler çalıp hiç sevmediğim şaraptan içeceğim. Ben bu organize çöküşe hazırlanırken, birden buzdolabının sesini duyuyorum. Sonra uykum geliyor.
Buzdolabı beni hep kurtarıyor. Annem gibi demek isterdim, ama anneme göre fazla sıcak. Babama göreyse fit. Sana göreyse, en azından beş yıldır yerinde duruyor.
Buzdolabı falan değilsin. Ama olsan, çay koyabilirdim.